chapter five

453 41 68
                                    

beş- bazı şeyler değişiyor bitiyor ve başlıyor

*****

Alışmak mı yitiriyordu bazı duyguları anlayamıyordum, bana öğretilen sahiplenme duygusunun ağırlığı, yakıcı hissiyatı boğazımdan her gün biraz daha çekilirken alışıp alışmadığımdan emin değildim. Yüreğim hala fırtınalıydı, ciğerlerim isliydi, nefesim derin ama işlevsizdi. Yine de boğazımdaki yangın hafifliyordu. Çaresizliği kabullenmenin getirisiydi belki de ama ben, çaresizliği kanıksamazdım, kanıksayamazdım. Soluklarım gibi ağırlaşan her bir günün ardından elimde kalan tek şey koca bir hiçlik olurken, duygularımı kavramakta üstüne ad bulmakta zorlanıyordum. Bir şeyler oluyordu, bir şeyler içimde başlayıp bitiyordu, sel altında kalmış gibi soluksuz kalan ruhuma bir şeyler dokunuyordu ama neydi bilemiyordum.

Günlerim yoğundu, güneşin doğuşuyla zar zor kavuştuğum uykudan sıyrılıp büyük bir koşuşturmanın içine giriyordum, güneş batana kadar kendimi oyalarken ayın ışığı yüzüme vurduğunda yalnızlığımla kalakalıyordum. Sisli gecenin pençesine takılan düşüncelerim turluyordu zihnimde. Prensin dedikleri meşgul ediyordu en çok da. Yine de karmaşam dışıma yansımayıp, soğuğa mükemmel bir şekilde ayak uyduran tavırlarımı sarsıtamıyordu. Bana öğretilen diğer bir şey de omuzlarımı dik tutup, asilliğime gölge düşürmemekti zira.

Gözlerimi kapatıp içine çekildiğim buhranı unutmak zordu, geceleri uyumak zordu, iki lokma yemek yemek zordu. Nefes almak dahi benden çok şey götürüyordu, tutunmaya çalıştıklarım yetersiz geliyordu çoğu zaman. Tüm bu karmaşanın ortasında ise sırtlanmam gereken ağır bir gerçek vardı; beni kelimeleriyle zehirleyen prensle yarın evleniyordum. Onun her şeyine ortak olacaktım ve bu boğazımı düğümlüyordu. Korkmuyordum, çekinmiyordum karlı bir anlaşma olarak gördüğüm evliliğin bazı gerçekleri yüzüme vurmuştu. Sandığımdan daha yakıcı ve ağır gerçeklerdi. Kucaklamakta zorlanıyordum.

Zorlandığımı kabul etmek istemiyordum. Ne buhranı ne geceleri ne de düşünceleri, hiçbirini kabul etmek istemiyordum lakin yumru boğazımdaydı ve geçmiyordu. İnkar ettikçe büyüyor gibiydi, kahredici bir histi. İnkar etmenin yaşattığı eziyete ekleniyordu, durmadan sırtıma yük ekleniyordu. Nasıl geçecekti bilmiyordum. Korku muydu yüreğimi sarpa saran? Neyden korkacaktım ki beni böylesine tutuklayacaktı? Prens beni korkutamazdı, emindim. Evlilik omuzlarımdaki yüklerden biriydi ama daha çok evliliğin ailemin üzerindeki etkisi ürkütüyordu beni. Abim için endişeleniyordum, Sungchan'ın başına bir şey gelecek düşüncesi ellerimi titretiyordu. Zihnime düşen her fikrin ipi uçuruma bağlıydı ben de rüzgarın altında uçurumdan uzağa gitmeye çalışıyordum. Çabalarım boşa gidiyordu, gözlerim acıyordu, ayaklarım gitmek istemiyordu.

"Prensim içeriye geçmek ister misiniz? Epey esiyor, üşütmeyin lütfen." Omuzlarım üzerine bırakılan yün şalla beraber arkama, sesin sahibine doğru döndüm. "İyiyim, lüzumu yok." dedim önüme tekrar dönerken. Yalnızlığımın sonlanmasıyla iç çekerken yüz ifademi tepkisiz tutuyordum, Donghyuck'un niyetinin kötü olmadığının bilincindeydim. Elimde değildi havanın nüfuz ettiği duygularımın soğukluğunu kontrol altında tutmak, buraya geldim geleli bazı şeyler benden çok uzaktaydı.

Anlamsız bir hüzünle yanıyordum ama gözlerim donuktu, duygularım beni acıtıyordu ama yansıtmıyordum. Çok fazla şey vardı ortada ama hiçbiri anlam ifade etmiyor gibiydi. Bir şeyler vardı, kesinlikle canımı acıtan bir şeyler vardı ama ne olduğunu anlamak zordu. Suretsiz bir hüzün, gölgesiz bir acı ve dermansız düşünceler vardı. Hepsi kaynaksız, hepsi anlamsız ve hiçbiri geçici değildi.

"Heyecanlı mısınız prensim?" merakla sorulan soru cansız bir tebessüm uyandırdı yüzümde. Gözlerim gecenin karanlığında dolanmaya devam etti. "Değilim Donghyuck. Katılmam gereken önemli bir davetten farklı olarak ne anlam ifade ediyor?" dedim sırtımı dikleştirirken. Omeganın şaşırdığını biliyordum, bu kadar net bir cevabı beklemediğini biliyordum. "Kendinizi bu düşünceyle sınırlandırmayın lütfen prensim." ufak bir duraksamanın ardından devam etti. "Haddime değil ancak hayatınızda bir kere yaşayacağınız törenin bir miktar da olsa mutluluk içermesini içtenlikle isterim." Kelimeleri net olsa da sesi yumuşak ve kısıktı. "Prensimizi sahiplenmeseniz de ufacık da olsa bir şeyi sahiplenmenizi isterim prensim. Kendimi düzgünce ifade etmek isterim ki benim tek gayem sizin huzurunuz ve sevincinizdir." Telaşlıydı yine, onu çok iyi tanımaya başlıyorken yanlış anlarım diye açık konuşmaya kendini zorlaması samimi hissettiriyordu.

like a flowing wind -nominHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin