chapter eleven

309 31 45
                                    

on bir- gidişler ve yıpranışlar

*****

Rüzgarın altında siyah saçları iki yandan geriye taranırken askeri formasının sıkıca sardığı omuzları dik, duruşu güç doluydu. Arkasında kavuşturduğu elleri, ağır soluklarıyla inip kalkan göğsü, bana bakarken derinliğine mana katan gözleri; hepsi ortasında bulunduğum yerde, mekanda ve zaman diliminde odağım haline gelmişti. Boğazımdan tırmanan acı tat ona bakarken artıyordu, şüphesiz söylediklerinin etkisiydi bu. Yüreğimin en ücra köşesinden doğan bir kıvılcım tüm vücuduma yayılıyordu. Kulaklarımda bir uğultu vardı, etrafımda her şey gelişiyordu fakat öyle bir andı ki her şey durmuş gibi hissediyordum. Solukların ciğerimden nasıl geçtiğini hissedebiliyordum, yüreğimdeki ağrı düzenini tekletiyordu, büyük bir kargaşa doğuyordu. Söylediklerinin kırılan her yerime değip kanattığını, biçare perişan eden uzaklığının aslında hiç olduğunu, savrulan küllerimi, benim hüznümün yakarışlarının boşa çıktığını görebiliyordum.

Öyle saydam görünüyordu ki her şeyi bildiği ve anladığı apaçık belli oluyordu. Karşımda oluşunun tek sebebinin uzaklığımızı dert ediyor oluşu, gözlerime bakarken yüreğimde büyük bir sancı doğuruyordu. Çektiğim çilenin hatrına ona sormam gereken büyük hesap şimdi boğazımda düğümdü. Can kırığımın hesabını sormak düşündüğümden daha kahrediciydi, beklediğimden daha çaresiz hissettiriyordu. Kahvelerinin arasındaki anlamı fark ederken onunla ilgili her şeyin canıma kıydığını da fark ediyordum. İçimde kopan kargaşa gözlerimi dolduruyordu, önce söyledikleri aklıma geliyordu sonra da benim için yaptıkları. İki yanımdan geçen yolların hepsi dikenliydi, ayaklarım yalındı, nasıl gideceğimi bilmiyordum.

Bastıramadığım koca bir duygu sıcacık hissettiriyor, göze aldıklarının ciddiyetini hatırlatıyordu. Onunla olmanın zorlukları hiçbir zaman gizli saklı kalmamıştı aksine her an kendini belli etmişti. Söktüğü yerlerden başlıyordu ıstırabım, yankısı dahi yalnız banaydı, çırpındığım gecelerin haddi hesabı yoktu. Fakat sonrasında izi taşıyan avuç içinin sıcaklığı buz kaplayan kırıklarıma değiyordu, gündüzü getiriyordu, eskilerin üstünü örtüyor ve sıkıca tutuyordu. Ona aldanmak yakıyordu beni, ittiği yerden kalan yaralarım vardı bir de gidişi vardı. Yüreğimden uzak kalışı yetmiyormuş gibi en uzağıma gidecek olmasına nasıl katlanacağımı bilemiyordum, sindiremiyordum da. Belki hepsinin ardından en çok bu yaralıyordu, gözlerimden akan yaşların içimin feryadı olarak yansımasını sağlatacaktı. Ondan önce çektiğim keder bir iz olarak düşmüş, bildiğim acıyı bile değiştirmişti. Hiçbir şeyi sahiplenemiyorken onun varlığının benimle manasına kavuşuyor oluşu göğsümü yakıp yıkan fırtınanın tek çaresiydi. Evin yalnızca duvarlardan ibaret olmadığını anlamıştım artık. Şimdi gözlerine bakarken de aynı sıcaklığı hissediyor olmak gözlerimi dolduruyordu. Hiçbir şeyi sahiplenememiştim çünkü omurgam kırıktı, hiçbir şeye sahip olamamıştım çünkü koca bir sis altındaydı yüreğim. Hava soğuktu ama üşümüyordum çünkü bazı cevapları artık görebiliyordum.

"Ben kabullenemiyorum bazı şeyleri." En sonunda kendimi toparlayarak konuştuğumda dolu gözlerimi durdurma çabasındaydım. "Beni geride tutuşunu kabullenemiyorum, yalnızca o da değil, ne kadar mühim bir konu olduğu ortada." diye devam ederken iç çekmem gerekti. Öfkemi koruyabiliyor olsaydım kırdığım kadar kırabilirdim fakat içimde büyüyen hüzün sadece ağlamamı kolaylaştırıyordu. "Birbirimizden ayrı düşebilir miyiz? Senin yanından başka bir yer var mı?" dediğimde boğucu hislerle göğsümü şişirerek derince soluklandım. "Sen bilmiyor musun bunları Jeno? Beni yok sayarak nasıl hareket edebiliyorsun?" Gözlerim dolu doluyken ona baktığımda yutkunduğunu gördüm.

"Seni önemsemediğimi nasıl düşünürsün? Bu topraklara adımını attığın andan beri merkezimde sen varsın yalnızca sana dönüğüm ben." dediğinde sesi söylediklerini destekler nitelikte kısık ve duygu doluydu. Bana doğru bir adım attığında kelimelerinin ağırlığını yüklenmeye çalışıyordum. "O yüzden mi Doyoung'un geleceğini bile söylemedin?" diye öfkeye yenilerek sorduğumda acı acı gözlerine bakıyordum. "Onun buraya neden geldiğini düşünüyorsun Jaemin?" Atılarak konuştuğunda bana bir adım daha yaklaştı, niyetinin kendini ifade etmek olduğunu hal ve tavırları belli ediyordu. "Yeğenini ve Doyoung'u özlediğini biliyorum, canının neye yandığını görebiliyorum ama onları öylece topraklarıma almayacağımın da farkındasın." dedikten sonra sıkıntılı bir nefes aldı, bana bakarken ne söyleyeceğini düşünüyordu. Tepkilerimi incelerken dudaklarını araladığında tüm dikkatim ondaydı. "Hepsi kendi çıkarları doğrultusunda hareket ediyor, onları himayem altına alırken benim de göz etmem gereken bazı noktalar vardı. Söz konusu senin canının ehemmiyeti olmasa sevdiğin insanlara zarar gelmesine izin vermem. Fakat olası bir durumda yaşanacak herhangi bir olumsuzlukta seni korumanın bir yolunu bulmak zorundayım, senin için birilerini harcamak yapamayacağım bir şey değil Jaemin." dediğinde kanım dondu.

like a flowing wind -nominHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin