ÖLÜYORUM

45 4 0
                                    

Kötü bir haldeyim. Boşluktayım. Nereye gitsem, ne yapsam, ne düşünsem bilmiyorum. Korkuyorum;

Kaybetmekten.

Ölmekten.

Yaşamaktan.

Nefret ediyorum;

Haksızların kazanmasından.

Çaresizlikten.

Susmaktan... susturulmaktan...

1 ay geçti. Burak hala komada. Bunu ona yapan dışarıda. Bense ölüme terkedilmiş. Yanlış anlamadınız.

ÖLÜYORUM...

Sebebi olduğumu düşündüğüm felaket yüzünden. Kime zarar verdim? Neyin bedelini ödüyorum?

1 aydır sersem gibi etrafta dolanıyorum. Ne doğru düzgün yemek yiyebiliyorum nede kimseyle konuşuyorum. Her an telefonumun çalacağı ve birilerinin benim yüzümden zarar göreceğini düşünerek yaşıyorum. Bu bana acı veriyor. Kasvete bürüyor her yanımı.

Şuan okuldayım. Tahminimce son dersteyiz. Uyumaktan sayamadım ki dersleri. Kafamı kaldırdığımda kimyacı ayten hocayla göz göze geldik. Sinirli bir şekilde bana bakıyordu. Elini sıraya yaslayıp kendime gelmemi bekledi. Kafamın yerine geldiğini anlayınca;

"Neyin var cennet. Dersimi sevmiyorsun Yoksa beni mi? Yoksa niyetin sınıfta kalmak mı?" Dedi.

"Hocam ben..."

"Burağı mı düşünüyorsun? Hala kendini mi suçluyorsun?"

"Hocamm."

"Bak kızım. Hepiniz benim evladım gibisiniz. Sanmayın ki taş kalpli biriyim..."

"Hocam lütfenn.."

"Böyle olmaz kızım. Kendine gel. Sen böyle olmasını istemedin. Bunu yapan her kimse eğer, böyle olmasını istedi. Unutma! Kötüler onlar için yapılan güzel şeyleri görmezler. Onlar ancak istedikleri şeylerin olmasını isterler. Sen dik dur kızım. İstediği şeyi vermediğin için kötülüğü seçenlere rağmen dik dur."

Birden ayağa kaltım. Yaşaran gözlerimi çekerek;

"Kabullenemiyorum hocam. Kime ne yaptığımı bilmiyorum. Suçsuz insanların acı çekmesini kabullenemiyorum. O yatakta yatan burak değil ben olmalıydım." Dedim. Sıramdan çıktım ve kapıya yöneldim.

"Nereye kadar gerçeklerden kaçıcaksın." Dedi ayten hoca. Kapının kulpuna elimi uzatmıştım. Elimi geri çekip, "ben kaçmıyorum." Dedim.

"Kaçıyorsun ve bu kaçışın sadece sana değil bir çok kişiye zarar vericek." Dediği anda sinirlenmiştim. Ne biliyor ki ne konuşuyor.

"Bakın hocam... 3 ay önce babamı kaybettim. Şimdi bilmediğim bir sebep yüzünden burağı kaybediyorum. Kaçıyorum evet... ama kimse zarar görmesin diye kaçıyorum. Çünkü bir kaybı daha kaldıramam." Dedim ve kendimi sınıftan dışarı attım. Boğazımda oluşan bu yumru, gözlerimden akan yaşlar, hissettiğim bu acı... Anlamıyorum.

Telefon sapığı olduğunu düşündüğüm biri, bütün bu felakete nasıl sebep olabiliyor?

Bunu neden yapıyor?

Bu soruların tek yanıtını o sapık verebilirdi. Fakat 1 aydır aramıyor. Aradığı zamansa nasıl bir felaketle karşılaşacağımı bilmiyorum. Bu bilinmezlikler beni mahvediyor.

Ben bütün bunları düşünürken zil çaldı. Yaslandığım sınıf kapısından ayrılıp, sınıftakilerin çıkmasını bekledim. Herkes sınıftan çıktıktan sonra eşyalarımı almak için sınıfa girdim. Sınıfa girdiğim o anda ayten hocanın sırama oturmuş beni bekliyor olduğunu gördüm. Beni görünce ayaklandı.

"Arkadaşların söylemeyi unutur diye ben söylemek istedim. Haftaya ödev verdim. 'Ben kimim?' Başlığı altında bir yazı yazıcaksınız. Birde bu test var. Anlattığım konuyu kavramanız için."

"Bilgilendirdiğiniz için sağolun hocam." Dedim ve çantamı toparlayıp sınıftan çıktım. Çantamdan telefonu çıkartıp aklıma ilk gelen kişiyi, ilyası aradım. Telefonu biraz geç açtı.

"Alo."

"Alo ilyas nasılsın."

"İyiyim kardeşim sen."

"Bilmiyorum... hala aynı şeyleri düşünüyorum."

"Cennet.. bak sinirleniyorum artık. Daha ne kadar kendini suçlayacaksın."

"Burak kendine gelene kadar."

"Yeter artık. Nerdesin sen."

"Burağın yanına gidiyorum."

"Eve gidiyorsun cennet. Yok burak murak. Eğer küçücükte olsa hatrım varsa beni dinlersin. Anneni arayıp sorucam. Eve gitmezsen birdaha beni arama." Dedi ve telefonu suratıma kapattı.

"Salak, aptal. Hiç biriniz beni anlamıyorsunuz." Diyerek saydırmaya başladım. Telefonu çantama koyup eve doğru yöneldim. Napalım başa gelen çekilir. Hem böylesi daha iyi. Onu görmek bana daha fazla zarar vericekti.

Belkide ilyas haklıydı. Kendimi suçlamam anlamsızdı. Fakat yinede... bilmiyorum işte hala huzursuzum.

Eve doğru adımlarımı yöneltmişken telefonum çaldı. Büyük bir tedirginlikle telefonu çantamdan çıkarıp arayana baktım. İşte o ölümcül an. Arayanın numarası yok ve büyük ihtimal o sapık.

Telefonu ne kadar açmak istemesemde açtım. Beni neyin beklediğini bilmeden.

"A-alo"

"Sağındaki parkı görüyor musun?"

"Ne saçmalıyorsun sen." Diye bağırdım birden. Korkmaya başlamıştım.

"Orda ki koşturan siyah gömlekli çocuğa bak. Ne kadar sevimli öyle değil mi?"

"Hayır. Sakın... sakın düşün..." dememe kalmadan bir silah sesi yankılandı. Etrafta koşturan insanlar, ve yerde yatan o çocuk.

"Kimsin sen he. Ne istedin o çocuktan. Neden bunu yapıyorsun söyle.." diye bağırdım telefonun ucundakine. Olduğum yere yığılmıştım. Hıçkırarak değilde boğularak ağlamaya başlamıştım.

"Bazen masum insanların ölmesi gerekir. Senin acı çekmen için. Verdiğin zararların bedelini ödemen için."

"Neyin bedeli gerizekalı. Gel beni öldür ama nolur insanlara zarar verme.." dedimsede nafile. Telefon çoktan kapanmıştı.

Yavaşça ayağa kalkıp çocuğun yanına gitmek istedim. Yapamadım. Benim yüzümden bir kişinin daha zarar görmüş olmasına bakamadım.

Herkes o çocuğun etrafına toplanmıştı. Bi cesaret kendimi toparlayıp kalabalığa yöneldim.

Kalabalığı yardığımda yerde yatan kimseyi görmedim. Siyah gömlekli 3 ya da 4 yaşlarında ki çocuk ayaktaydı. Fakat ağlaması kütahyanın bütün sokaklarında yankılanıyordu.

Kurşun kolunu sıyırıp geçmişti. Canı acı acıyordu. Onun canı acıdıkça ben ölüyordum.

Annesi çocuğuna sarılmış 'geçti oğlum. Ağlama.' Diye teselli ediyordu ama kendisi sinir krizi geçirmek üzereydi. Ölümü hissetmişti o an. Kurşun gibi sıyırıp giden o kısacık an, aklını kaybetmesine yetmişti.

Çocuğun iyi olduğunu görünce geri çekildim. Kaçmak istedim. Ayten hocanında dediği gibi; gerçeklerden kaçıyordum. Koştum, koştum, koştum. Ayaklarım beni hastaneye getirmişti. Ne kadar kaçmak istesemde yapamıyordum. Yine başa sarıyordu bütün hikaye.

Ben kapıda öylece dikilirken emre koşarak yanıma geldi. Nefes nefese kalmıştı. Gülümsüyordu.

"Cennet..." nefes nefese kaldığından konuşamıyordu. Derin derin nefes alıyor diğer yandan gülüyordu.

"Efendim emre. Sevindirici bi haber mi aldın ne bu halin?"

"Evet hemde harika bi haber." Dedi nefesini kontrol altına alırken. Sevinçten uçuyormuş gibi bir hali vardı. Ona eşlik etmek istedim ama yapamadım. Sahtedende olsa yüzüme bir gülümseme koyamadım.

"Harika! En azından bazılarımızın hayatı rayında gidiyor." Dedim. Yüzüm asık bir haldeydi. Emrenin söylediği şeyden sonra şaşkınlık aldı yerini.

"Burak uyandı."

YAŞAMAK İÇİN ÖLMEK (askıda)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin