1 hafta sonra, han jisung; 02,35
minho kişisinden gelen görüntülü arama...
yatağımın başında delice titreyen telefonumu elime aldığımda, gecenin ikisinde gelen aramasayla bakıştım birkaç saniye. kim, neden aramıştı kı şimdi?
saçlarımı kaşıyarak aramayla bakışmaya devam ettim. ne yapacaktım ki? ne olmuştu acaba?
uyku sersemliğiyle minho adını görünce sonunda aklıma gelmesiyle gelen aramayı açtım gergince. ay ışığıyla yüzü aydınlanan minho'yu görünce gülümsedim ilk. "özür dilerim, uyuyordun değil mi?"
yatakta dikleşip yanımdaki gece lambasını açarken cevapladım onun pişmanlık dolu sorusunu. "sorun olmadığını söylemiştim."
"ilk görüntülü konuşmamız bu değil mi?" diye sordu burnunu çekerken. "hey," dedim kaşlarımı ona çatarak bakarken. "ağlıyor musun sen?"
"birazcık olabilir," diye cevapladı battaniyeyi iyice üstüne çekerken. yatağının üzerine oturmuş, beni de büyük ihtimalle komodine koymuştu. onu birkaç saniye izlerken, derin nefes verdim. "konuşmak ister misin?"
"hmhm," diyerrek onayladı beni. "hadi, anlat bana. sorun ne?"
"bugün yabancı diller edebiyatı hocasıyla tartıştık, ardından annemle de biraz atıştık. biraz değil, bayağı..." dedi ve ofladı. "jisung, oraya gelmek istiyorum. bana sarıl istiyorum."
telefonu iyice yerleştirirken, endişeyle ekrandaki görüntüsüne baktım. "sikeyim sanalını..." diye fısıldadım o duymayacak şekilde.
"geleyim ister misin?"
"hayır, hayır." dedi. "annemlerden izin aldım ben."
"buraya gelmek istiyorsun farkındayım ama, kötü duruyorsun min. gel demen yeterli benim için, hemen bilet alırım."
"jisung," dedi burnunu silerken, bense konuşmasını bekledim. konuşmayınca cevapladım onu. "efendim?"
"kendinden bahsetsene biraz." dedi kırmızı sweatinin kollarını bileklerine kadar çekip kapüşonunu kapatırken. "benden mi?" diye sordum şaşırarak. "hmhm, çocukluğun, ailen, arkadaşların vesaire. her şeye okeyim ben. belki o zaman uyuyabilirim."
"tamam, anlatacağım ama önce yatağının üzerindeki kağıtları kaldır, aklını derslerden uzaklaştır. hem, bu saatte ne dersi ya?"
"annemle tartışınca şey oldu biraz, moralim bozuldu çalışamadım, az önce bitirdin çalışmamı."
"deli edeceksin beni," dedim derin nefes vererek. "okula bile gitmiyorsun, sus."
dediğine cevap vermeyip kağıtları özenle kaldırıp kenara fırlatmasını izlerken, başını yastığa koydu ve heyecanla ekrandaki görüntümü izlemeye başladı. "yakından çok güzelsin," dedi ancak ardından hemen kaşları çatıldı. ben bir şey olduğundan şüphelenirken ağzını şaşkınlıkla açtı. "yuh, benin mi vardı senin?"
"oh, evet." dedim yanağımı tutarken.
"kapatmasana," diye azarladı beni kendince. kıkırdayıp elimi yanağımdan çekerken battaniyeyi çenesine kadar çekişini izledim. gülümsediğimi farketmezken, minho da hâlâ heyecanla beni izliyordu. "gülmesene ya."
güzelliğine gülümsemeden edemiyorum, diyemedim ancak onun yerine dilimi çıkarttım ona. "ne dinlemek istersin?"
"onu bilmiyorum ama, uykulu sesin çok yakışıklı."
dediğiyle ağzımı aralarken, gururla gülümsedi. cevap veremeyeceğimi anlayınca da yerinde biraz kıpırdanarak cevap verdi. "ee, çocukluğun nasıldı? bu eve nasıl geçebildin mesela?"
"hm," diyerek derin nefes aldım. "çocukluğumla alakalı bir şey yok. ama fazla yaramaz bir çocuktum, hep akşam yaralarla gelirmişim," dedim kıkırdarken. "arkadaşlarımla toplanıp birilerini döverdik. hatta bir kere on beş yaşındaki bir ergeni bile dövmüştük on yaşında veletken."
"oha jisung, inanamıyorum sana." dedi şok olurken. omzumu silkeleyip devam ettim. "derslerim iyiydi, ama hep müziğe karşı ayrı bir ilgim vardı. güzel sanatlar lisesine gidemedim, o zamanlar almadılar beni. tabii daha yeni yeni başlamıştım gelişmeye."
"niye önceden başlamadın ki?"
"annemle babamın çok uzun bir boşanma süreci oldu. annem de o zaman tek kadın yani, bana bakmaya çalışıyordu, pek durumumuz yoktu açıkçası. o yüzden biraz gecikti."
"ah, anladım." dedi kafasını sallarken. "moralin bozulmadı bak değil mi? açmam o zaman."
"yok, saçmalama." diye cevapladım onu.
"annemin yeni kocası var, evlenmeden önce de işe girmişti, durumumuz iyi işte şimdi. bir tane de üvey kardeşim var. adı jun han. beş yaş küçük benden. babamıysa, bilmiyorum. evlenmiştir herhalde ne bileyim ben. uzun zamandır konuşmuyoruz. aramıyor beni, ben de aramaya utanıyorum."
derin nefes alış-verişlerini duyabiliyordum. dikkatle dinliyordu beni. "bu eve annem ve kocası yüzünden taşınmadım, ancak yeni bir babaya, olacak kavgalara ve benden beş yaş küçük bir üvey kardeşe hazır değildim. ailem rahat demiştim ya sana, sorun etmediler pek. biraz zorlansam da rahatça taşındım bu eve."
"yanına gelsem keşke," diye cevapladı gözleri yarı kısıkken. "kendini düşün önce sen." diye cevapladım onu.
"yemek yapmayı pek beceremem mesela, ama tatlıları çok iyi yaparım. ayrıca şey soracaktım ben. zeytin seviyor musun?"
yüzünü nasıl buruşturduğunu izledim gülümseyerek. "hayır, neden ki?"
"bir tane zeytin teorisi vardı da, ben de zeytin sevmem."
"ha, o olay," dedi kıkırdarken. "inanmıyorum ben ona ya."
"önemsizdi zaten, diye onayladım onu. "en sevdiğin tatlı?" diye sordu merakla.
"çilekli her şey," diyerek cevapladım onu.
"ben de muzlu tüm pastalara bayılıyorum."
"bizim de pasta teorimiz olsun mu o zaman?" diye heyecanla sordum ona.
"ay, evet!" dedi heyecanla gülümserken. yarı açık gözlerinden uykusunun geldiğini anlarken, yanıbaşımdaki gitarımı aldım elime belki bir işe yarar diye.
"ne çalayım sana?"
cevap alamadığımda, tekrarladım sorumu. "minho?"
kapalı gözlerini görüp derin nefeslerini duyduğumda, kıkırdadım kendimce. salak, bir saniyede uyuyakalmıştı. "iyi geceler," demiştim aramayı kapatmadan önce.
"seni seviyorum."
🎧
IMDAT kendi yazdigim karakterleri kiskaniyorum
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hurts me too ✓
Fanfictionfaye webster - hurts me too, han jisung & lee minho şarkılarım kulağa daha güzel gelsin diye kelimelerimi değiştirmekten yoruldum. canını yakıyorsa umrumda değil, çünkü bu benim de canımı yakıyor.