han jisung; ertesi gün, 02.37
balkonda uzunca bir konuşma yaptık. birbirimiz hakkında, çocukluğumuz, hobilerimiz, ailelerimiz. her şeyin en ince ayrıntısına kadar konuştuk. saat dokuzda başladığımız konuşma gece üçe doğru ancak bitebilmişti. dünyanın en huzurlu akşamıydı. balkona mum ve ışık getirmiş, tek bir battaniyeye sarılarak ısınmıştık. minho hiç tek başına yatağı ısıtamadığını söyledi, bu yüzden hep üşürmüş yatakta. ancak ilk geldiği gün beraber yatınca, benim sıcaklığım uyutmuş asıl onu.
o beni sevdiğini söyledi, evet. ancak bunu der demez benden geri cevap beklemeden çıktı yataktan. diyecektim ki ben de seni seviyorum, izin vermedi. rahatsız olduğunu düşündüm, bu yüzden de konuyu hiç açmadım. ama söyleyecektim. o gitmeden o öpücüğü ona verecek, beraber sarılarak uyuyacaktık.
şu anki olduğumuz durumu saymazsak tabii.
tam olarak sarılmamıştık, minho sadece ona dönük bedenime yaklaşmış, kafasını içeriye gömerek iyice küçülmüştü. uykuya daldığında saçlarını okşadım uzunca. belki bir gün o da bilirdi onu sevdiğimi, bu sefer her gün yapabilirdim bunu ona.
yarın onunla pastaneye gidecektik. bildiğim küçük, şirin bir pastane vardı. dünyanın en güzel muzlu pastaları, en güzel çilekli pastaları oradaydı. onun haberi olmasa da ona çilekli, bana muzlu kek sipariş edecektim. pasta teorimizi farklılaştırarak, hem ben ilk defa muzlu kek yiyecek, hem de ona yedirecektim.
içime dolan bu hislere dayanamayarak, hemen yanımdaki komodinin çekmecesinden küçük söz defterimi çıkarttım ve ona olan ilk şarkımı yazdım.
late night talking.
lee minho, 13.57
saçlarımdaki yavaş ve yumuşak dokunuşların verdiği mayışıklıkla yavaşça araladım gözlerimi. jisung'un odasına vuran güneş ışığı tam gözüme çarparken, tek kolunu yastığa dayamış, saçlarımı okşayan jisung'la göz göze geldik. kalbim onun verdiği hisle hızlanırken, gözlerimi ovuşturdum. "günaydın." dedi gülümserken. "günaydın."
kafamı yastığa geri gömerken, jisung kıkırdadı. "hazırlanalım, bir yere getireceğim seni."
"ne?" dedim gözlerimi tam açamamış ona anlamamış gibi bakarken. yanağıma bir öpücük kondurup yataktan kalktı. "randevuya çıkıyoruz."
bir saniye, bir saniye.
önce yumuşak dudaklarını yanağıma dokundurdu, sonrasındaysa randevuya çıkacağımızı söyledi. kimse bana sindirmem için vakit vermedi!
olduğum yerde, aynı pozisyonda kalakaldım. nefeslerim ve kalp atışlarım hızlandı. bir stres ve heyecan kaptı bedenimi. hiçbirini sindirememişken, jisung çoktan giyinmiş, odadan çıkmıştı. "hey!" dedim yataktan çıkıp onun peşinden koşarken.
"hazırlanamam ki hemen, duş almam lazım," dedim kekelerken. "baksana, sen çoktan giyinmişsin bile! hazır olmam uzun sürer."
jisung dolaptan ağzına bir şeyler atarken, ağzındakileri bitirdi ve bana döndü. "hazırlanmana gerek yok ki, gayet iyisin."
salondaki aynadan kendime bakarken, birbirine girmiş saçlarımı gösterdim. "jisung, bu mu iyi hâlim? saçmalama!"
"minho," dedi kollarını birbirine bağlayıp. "oldukça güzelsin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hurts me too ✓
Fanfictionfaye webster - hurts me too, han jisung & lee minho şarkılarım kulağa daha güzel gelsin diye kelimelerimi değiştirmekten yoruldum. canını yakıyorsa umrumda değil, çünkü bu benim de canımı yakıyor.