"Hyunjin?" Yongbok hareketi duran tren eşliğinde omzunda uyuyakalmış bedene seslenmiş ve tepki beklemişti fakat görünüşe göre Hyunjin oldukça yorgundu. "Hyunjin, hey."
Gözlerini hafifçe aralayıp doğrulmuş ve ellerini yüzüne götürüp mırıldanmıştı. Yongbok endişeli gözbebeklerini ondan çekemezken, karşısındaki beden esneyip camdan dışarıya bakmıştı. Henüz ayılamamış gibiydi.
"Nerdeyiz, durduk mu?"
"Moladayız. Yiyecek bir şeyler ister misin?" İşittiği soruyla karnının guruldaması bir olurken başını olumlu anlamda sallamıştı. "Pekala, beş dakikaya geleceğim. Burda kal."
Hyunjin az bucak ayılmaya başlarken naptığını düşünmeden edemiyordu. Beyni onu tekrar düşünce yağmuruna tuttu. Aklında tek bir şey vardı, o da Han Jisung. Kalbinin hızlı atmadığını fark etti, ruhu da karıncalanmıyordu artık, karıncalanan tek şey onu düşündükçe zehirlenen beyni ve kalbiydi.
Zamanında panzehir olan beden, şimdi nasıl bir zehire dönüşebilmişti onun ruhunda? Şaşırmadan edemiyordu, düşünmeden de...
Tren yavaşça hareketlenmeye başladığında Hyunjin hızla başını sağa ve sola çevirmiş, dışarı bakmış, ayağa kalkıp arka tarafa doğru dönmüştü. Yongbok yoktu, ne yapacağını bilemeden istasyonun gözden kayboluşuna şahit oldu.
Elleri titremeye başlamıştı bile, paltosu dahi yan koltuğunda dururken istasyonda kalıp kalmama ihtimalini düşündü fakat çoktan gelmiş olması gerekirdi.
Tam tekrar ayağa kalkacaktı ki poşet sesi duydu ve soluna, market poşetini tren masasına koyan bedenle kesişti gözleri. Derin bir iç çekmişti. Nefesi öyle kuvvetli, öyle içtendi ki poşet bile oynamıştı. "Tanrım..."
"Betin benzin atmış, iyi misin sen?" Yongbok bir elini onun alnına, diğer elini de boynuna koyduğunda Hyunjin ona öylece bakakalmıştı. "Buz gibisin."
"Ben... İstasyonda kaldın sandım."
"Sana geleceğimi söylemiştim, neden korktun? Bebek gibisin cidden." Gülümseyerek poşetten dışı buğlanmış karton kutu erişteyi çıkardı ve onun önüne koydu. Aynı şekilde kutu birayı da öyle. "Al bakalım."
Hyunjin dalıp giderken Yongbok çoktan yemeye başlamıştı bile. O ise camdan dışarıya bakıp düşünüyordu. Chan buraya gelseydi şu an böyle hissetmezdi belki, başka şehre de gitmezdi, yalnız da olmazdı, zamanında acı hissini iliklerine kadar hissettiren kişinin kollarına geri dönmezdi belki de.
Her şey oluruna varırdı lakin bunu engellemenin de elimizde olması gibi bir gerçek de göz ardı edilemezdi ki. O da herkes gibi edemiyordu ve diğer ihtimalleri düşünüyordu oysa çoktan oluruna varmıştı her şey.
O, tekrar Yongbok'un kollarında huzur ve sevgiyi ararken koskoca şehri arkasında bırakıp gidiyordu.
"Eh, baş ağrın geçmiş gibi." Minho kapşonlusunun fermuarıyla oynayan bedene konuştuğunda bir cevap alamamıştı. "Hey."
"Ne?" Şaşkın ve dalgınca ona bakan beden gergince boğazını temizlemiş ve bakışlarını yerdeki kedilere çevirmişti.
Minho onun bu dalgınlığının ne olduğunu biliyordu. Han Jisung'un ne kadar değişken bir ruh haline sahip olduğunu en iyi bilenlerden biriydi, anlıyordu. "Onu düşünüyorsun, değil mi?"
"Kimi?"
"Hyunjin'i."
Sustu. Bir şey demeden ayağa kalktı ve apar topar kapıya ilerledi. "Ben gideyim."
Minho gülmüştü. "Kaçmanın anlamı ne? Düzgünce konuşabilirsin, artık erkek arkadaşın ya da herhangi biri değilim. Hayatında bir rolüm yok, anlatsan sorun olacağını mı sanıyorsun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
satürn'ün kuzey kutbu altıgendir
Fanfichyunsung | Aşk her şey demekse hiçbir şeyim kalmamış demektir geride. UYARI ! : bu kurgu, ☆ tetikleyici unsurlar içerebilir. ★ angst ★ tamamlandı. başlangıç: 03/08/2022 bitiş: 13/11/2022