15 Ağustos, 2021
Pazar
First DateGece oldu, ölmedim. Sabah oldu, yine ölmedim. Bir saniye, bir dakika, bir saat, bir gün. Hepsi geçti. Hyunjin buraya geleli tam 1 hafta oldu. 1 hafta küçük gözükebilir. Ama, Hyunjin'den önce bu saydıklarımın en küçükleri olan saniyenin her birinde ölmek istediğimi düşünmemi hatırlıyorum. Bu koskoca, yüzlerce saniyeyle dolu olan bir haftanın 1 saniyesinde bile bunu düşünmedim. Evet, hiç.
Birbirimize alışmaya başladık, ona her şeyimi anlattım. 8 ay sonra; ilk defa evimi temizledim, ilk defa aynaya bakabildim, ilk defa 1 öğünden fazla yemek yedim, ilk defa gülümsedim, ilk defa birine sarıldım. Bunların hepsi 1 haftada oldu. 1 haftada hayata tutundum.
Ve onu inceleme fırsatı buldum; içini de dışını da. İyi biri olduğu ilk tanıştığımızdan beri belliydi zaten, ama bu kadarını düşünememiştim. Sanki gönderilmiş bir melekti benim için. Dışı da aynı şekilde, bakmaya kıyılamayacak gözleri, dokunmaya kıyılamayacak dudakları ve elleri vardı vardı. Mükemmel yüz hatları, yumuşacık saçları, güneş gibi parıldayan cildi.. Tamamen kusursuz biriydi, gerçekliğini sorgulardınız ona bakınca.
Benim aksime.
Bıkkın bakan, fazla çekik gözlerim var benim, parlak da değiller haliyle. Yaralarla dolu dudağım ve ellerim var, dokunmak istemez gören. Yüzüm güzel değil, saçlarım seyrekleşmiş avuçlamaktan, cildim zaten ayrı bir seviye. Onun kusursuzluğunun yanında, bende kusur olmayan bir nokta bile yoktu.
Bu düşüncemden bile yavaşça vazgeçirmeye çalışıyordu beni. Aynaya baktığımda gösterdi, evet çökük bir yüzüm vardı ama çok da kötü değildi. Bunu düşünmem mucizeydi, nasıl başardı anlamadım bana bunları yaptırmayı.
- Jeongin?
Bacağında yatarken yüzüne bakıp daldığım düşüncelerle zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştım, duyduğum hoş sesle birlikte ayrıldım düşündüklerimden.
- Efendim?
- Ne düşünüyorsun?
- Hiç, dalmışım.
- Ya ben çok sıkıldım. Napsak dışarı mı çıksak?
- Çıkalım.
- Ne?
- Çıkalım işte.
- Sen ciddi misin?!
Gülüyordu, verdiğim karara benden daha çok sevindi. Eğer çıkarsam bu da bir ilk olacaktı 8 ay sonra. Her verdiğim değişim kararına böyle tatlı tepkiler veriyordu.
Hyunjin'in telaşla karışık hazırlanmasıyla birlikte geçen 1 saatten sonra çıkabildik. Garip hissediyordum, çok garip. Pencereden bakmaya bile tenezzül edemezken, şu anda bulunduğum konum rüya gibiydi. Eğer 8 gün önce bana bunların olacağını söyleseniz inanmaya dahi çalışmazdım.
Sessiz bir yere götürdü beni, gölet gibi ama insan yoktu etrafında. Bir sürü kedi vardı sadece. Gerginliğimi saklayamıyordum, evimden daha renkli ve temiz olan bir yer neden benim için bu kadar gerici geliyordu anlamıyordum.
Elimin üstünde birden sıcaklık hissedip kafamı çevirdim o tarafa, titrediğimi fark etmiş olacak ki parmaklarıyla sıkıca kavramıştı elimi. Güzel hissettirdi, çok güzel.
- Hyunjin
"Hm" diyip usulca kafasını çevirdi, soğuktan kızarmış burnu ve yanakları daha da mükemmelleştiriyordu yüzünü.
- Teşekkür ederim.
Cevap gelmeyince devam ettim.
- Sen olmasaydın ben de şu an olmazdım biliyorsun değil mi? Beni kurtardığın için teşekkür ederim.
- Yapmam gerekiyordu, ve bundan pişman da olmadım çok mutluyum. İyi ki tanışmışız Jeongin.
Hafifçe bir gülümsemeyle yanıtladım onu. Şimdi merak ettiğim birkaç şeyi sormalıydım.
- Hyunjin, bir şey sorabilir miyim?
- Tabii
- Ama yanlış anlamayacaksın tamam mı?
- Tamam söz.
- Şimdi sen burada kalacaksın diye anlaştık ya? Ben ölmedim şu an, iyiyim aklımda da öyle bir şey yok. Ne zamana kadar kalacaksın? Yani yanlış anlama kalmanı istemediğimden değil gerçekten.
- İstiyor musun yani?
Küçük bir sırıtmayla bitirdi cümlesini, istiyorum demek istiyorum ama utanıyorum şu an. Yanlış anlasın da istemiyorum, giderse yapamam onsuz.
- İşte
- Ney işte
- İstiyorum, çok istiyorum. Ama yükmüşüm gibi geliyor.
Son cümlemden sonra hafifçe kızarmış gibi yapıp kaşlarını çatarak oturduğu yerde tüm vücuduyla bana doğru döndü. Zaten tek elinin kavradığı ve ısıttığı elimin yanına diğer elini de getirerek avuçları içine aldı ellerimi. Neden bilmem, yalnızca ellerim değil bütün bedenim ısınmıştı.
- Öyle bir şey yok, konuşmadık mı bunu?
- Konuştuk da işte..
- Ben burdayım, sen istemiyorum yeter bıktım diyene kadar burdayım tamam mı?
Öyle bir şey mümkün değil.
Kafamı sallayarak onayladıktan sonra ısıttığı bedenime daha çok yaklaşıp sarıldı. Başımı omzuna gömdü, en rahat hissettiğim alan burasıydı. Kimse bana zarar veremezmiş gibi hissediyordum burda. Düşüncelerimden uzaklaşıyordum.
Birkaç dakika daha böyle durduktan sonra yanımızdaki banka oturan iki kişiden utanıp kaldırdım kafamı, ikimiz de sakince göletin sesini ve kedileri dinliyorduk. Bir de yanımızdaki konuşmayı.
- Sevgilim
- Efendim
- Kedi olsam beni sever miydin
- Daha çok severdim Minho
- Of ya umarım kedi olurum 777
Hafif tombul yanaklı olanın yuvarlak gözlükleri ve fransız şapkası vardı. Konuşmadan anladığım üzere adı Minho olana gülüp sarıldı ve başına minik bir öpücük kondurdu. Güzel gözüküyordu ikisi de.
- Jeongin
- Efendim
- Çıkmışken dolaşsak mı
- Nereyi
- Şimdi çok klasik olacak ama
- Olsun söyle
- Lunaparka mı gitsek dedim
- Çok kalabalıktır orası Hyunjin
Yanımızdaki banktan gelen sesle ikimiz de kafamızı çevirdik.
- Hem sabah saati hem de hafta içi, bomboştur orası şimdi. Biliyor musunuz biz de burdan sonra oraya gidecektik isters-
- Jisung çocukların işine niye karışıyosun belki baş başa gitmek istiyorlar?
Hyunjin gülümsemeyle başladı konuşmaya sonra.
- Aslında yolu da bilmiyoruz yani sizle gidebilirsek bizim için de iyi olur. Di mi Jeongin?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the last night-hyunin
Fanfiction"bana bileğindeki yaralarla geldin, bu gece son gece olacakmış gibi hissettiğini söyledin"