5, bende bıraktıkların

166 27 147
                                    

Sürekli ne kadar küçük olduğundan yakındığım odam, Hyunjin'in meraklı gözlerine kocaman gelmişti. Çekincesi olmadan odamı dolanıyor ve üst üste sorular soruyordu. Kalem kutularımın arasında sıkışan ve varlığını bile hatırlamadığım koleksiyon figürüne kadar her şeyi açıklamıştım ona. Yine de onu cevaplamak beni yormamıştı.

İlk kez birisi tablolarıma hayranlıkla bakmıştı. Kendimden bile sakladığım tuvalleri incelerken gözleri parlamıştı. Bilinçsizce resimlerime sakladığım tüm detayları uğraşmadan görmüş, beni ikna etmeye çalışıyormuş gibi dakikalarca ne kadar iyi bir sanatçı olduğumu söylemişti. Her ne kadar içten ve heyecanlı konuşsa da dediklerini kabullenememiştim. 

Kitaplarımın neredeyse hepsini okumuştu veya kopyalarına sahipti. Ona bir kitap hediye etmek istemiştim ancak daha önce okumadığı bir kitap bulamamıştık. En sonunda kütüphanemden daha önce İngilizce okuduğu bir kitabın çevirisini bulmuştu. O onu inceliyor, ben de onu izliyordum.

"Bana vereceğin not neydi?" diye sordum dayanamayarak. 

Kafasını kitaptan kaldırdı ve, "Not mu?" diye sordu boş bakışlarla. "Ne notu?"

"Cebine sıkıştırdığın," dedim pantolon cebini işaret ederek. "Koşarak geldin onun için."

Anlamamazlıktan gelerek hafifçe dudaklarını büktü ve elini cebine soktu. Kağıt hışırtılarını ikimiz de duymuyormuşuz gibi, "Düşürdüm," diyerek geçiştirdi. Elindeki kitabı kütüphaneme geri koyduktan sonra yatağıma doğru yaklaştı ve ellerini yatağıma yerleştirdikten sonra eğildi. Başını bana doğru kaldırmasıyla kendimi geriye doğru çekmem bir olmuştu.

"Çok geç olmadan gitsem iyi olacak," dedi burnunu kırıştırarak. "Sıkıcı, manzarasız odama geri dönmeliyim."

Gergince güldüm. Gözlerimi dudaklarına çevirememek çok zordu. Başımı hızlıca sallarken, "Köpeğin nerede olduğunu merak ediyordur," dedim.

"Ediyordur." Doğrulup sırtını dikleştirdiğinde biraz olsun rahatladım. "Yarın ne zaman buluşalım? Festival için."

Hafifçe dudağımı büktüm ve kısa bir süre düşündüm. "Akşam 6'da evinin önüne gelirim, olur mu?"

Başını sallayarak, "Olur," diye yanıtladı beni ve biraz daha çekildi. "Şimdi gitmeliyim."

"Pekala." Neredeyse yatağımın içine gömülmekten korktuğumdan ayağa kalktım. "İstersen seninle gelebilirim."

Gülerek geri geri adımladı ve başını iki yana salladı. Ayaklarını oyuncu bir şekilde yere sürtüyordu. "İyi geceler, Minho."

"İyi geceler, Hyunjin."

Gülümsedi. Bu daha önce onun yüzünde görmediğim bir gülümsemeydi. Neredeyse kırgın ve buruk bir ifadeydi. Başka bir şey söylemedi.


3 Ağustos, 1989

Daha önce nasıl göründüğümü umursamamıştım. 

Kravatımı düzeltmek, vücuduma ve mevsime göre giyinmek dışında ne zaman ne giymem gerektiği hakkında düşündüğümden emin değildim. Hayatım boyunca hiçbir zaman dolabımın önünde dakikalarımı geçirmemiş, kıyafetlerimin eski olduğundan şikayet etmemiştim. Nereden aldığımı bile anımsayamadığım kıyafetleri yatağıma dizip olduğum yerde kararsızlıktan zıplamamıştım. Mezuniyet törenimde bile bir türlü şekil almayan saçımı kopartana kadar taramamıştım.

Radyoda Sanulrim şarkıları çalarken kendi kendime gülümsemeye başlayana kadar olayın komikliğini fark etmemiştim. Bugün en çok benim için özelmiş gibi hissettiriyordu. Kimse için bu kadar özel olamazdı. Kimse benim kadar iyi hissederek uyanmış olamazdı. Kimse gün boyunca aynaya bakıp gülümsemiş olamazdı. Kimse bu masum heyecanı tatmış olamazdı. Yaşadığım her şey bana özel gibiydi ve şimdiden o kadar alışmıştım ki, bunları her gün hissedememekten korkuyordum. 

ölü denizciler, hyunhoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin