1, ıslak sigaralarım ve sen

283 36 9
                                    

21 Temmuz, 1989

Çıplak ayaklarımı kuma gömerek yürürken, elimdeki kahverengi kapaklı defteri düşecekmiş gibi sıkıca tutuyordum. Gözüm önce deniz fenerini, sonra kıyıdaki oğlanı buldu. Muhtemelen ona ait olan kumdan kale denizle çarpışırken adımlarımı yavaşça ona yönlendirdim. Hayatta pek iyi kararlarım olmamıştı. Babamın onun gibi bir kaptan olmamı isterken beceriksiz olduğum sanat dallarına yönelip geleceğim hakkında aklımı karıştırmam gibi. Yalnızca tek bir doğrum vardı, o da sana gelmekti.

Hafif uzamış saçları rüzgarda karışırken, hasır şapkasını sıkıca tutuyordu. Şapka başını kapatsa da parlayan güzel saçlarını uzaktan bile seçebiliyordum. Giydiği siyah şort uzun bacaklarını açığa çıkartıyordu ve sarı renkli, tatlı bir tişört vardı üstünde. Şehirden gelmiş olmalıydı. Kıyıya şiddetli vuran dalga bacaklarına vurduğunda birkaç adım geriye çekildi ve hazırlıksız eli şapkadan ayrıldı. Rüzgar bir açığını bekliyormuş gibi önce şapkasını kaptı, sonra denize uçurdu. Kendini şapkasını tutmak için ileri attı ancak tereddütle geri çekilmesi uzun sürmedi. O an yapabileceğim tek şeyi yaptım, elimdeki defteri bırakıp koştum ve şapkayı tutana kadar denizde yüzdüm.

Hayatta pek iyi kararlarım olmadığını söylemiştim ancak onu tanımadan geçirdiğim birkaç dakika boyunca bile pişmanlık hissetmedim. Şapkasını yakaladığımda kıyıya doğru yüzdüm ve hafifçe gülümsedim. Mahcup bir gülümseme sunmuştum şaşkınlığına.

"Oh," dedi beni süzerken, "Sırılsıklam oldunuz. Üzgünüm." Onun ifadesi daha mahcuptu. Tekrar gülümsedim. Mahcup olmaması için mi gülümsedim yoksa ne kadar güzel olduğunu düşünürken gülümsememe mi engel olamadım; hala bilmiyorum.

"Sorun değil, ben alışığım. Evim burada, birazdan üstümü değiştiririm." Şapkasını uzattım. "Daha önce çok kişi eşyasını bu denizde kaybetti, tekrar yaşanmasını istemedim."

"Çok teşekkür ederim." Minnettarlığını göstermek için hafifçe eğildi. Yaşlarımızın yakın olduğuna emindim. "Yüzme bilmediğim için peşinden gitmeye korktum."

Yavaşça başımı salladım. Her gün kasabadaki insanlarla konuşmama rağmen bir anda nasıl sohbet edildiğini unutmuştum. Bana büyük bir gülümseme sunmamasına rağmen dünyadaki en güzel gülümsemeyi sunabilmişti bir şekilde.

Sessizliğimi fark ettiğinde konuştu, "Ben Hwang Hyunjin. Şu tepedeki yazlık eve taşındık." Parmağıyla işaret etmeye çekindiğinden, başıyla işaret etmişti. Açıkçası başta hangi evden söz ettiğini anlamamıştım. "Birbirimizi daha çok göreceğiz gibi görünüyor. Bu yüzden kendimi tanıtmam doğru olur."

"Ah, Hyunjin," dedim onu onaylıyormuş gibi. Gözümü evlerden çektim ve tekrar ona döndüm. Gözlerine bile doğru düzgün bakamadığım için kendime çok kızdım. "Ben Lee Minho, burada yaşıyorum. Yani, dört mevsim buradayım. Beni istediğin zaman görebilirsin. Kaç yaşındasın?"

"On dokuz," dedi tatlı bir ses tonuyla. "Buradan döndüğümde üniversiteye gideceğim."

"Öyle mi?" diye sordum ilgiyle. "Ben de yakında yirmi bir olacağım, saygı ekleriyle konuşmana gerek yok. Yaşlarımız çok yakın. Hangi bölümü okuyorsun?"

"Gazetecilik. Aslında başta bu bölüme pek ilgim yoktu, daha çok bir sanatçı olduğum söylenilebilir."

Neden gazetecilik seçtiğini anlatmasını bekledim ancak beklentim gerçekleşmediğinde özellikle sormaya çekindim. Hyunjin'i hiç tanımıyordum. On dokuz yaşında olması ve gazetecilik okuması dışında onu hiç tanımıyordum, buna rağmen dilim tutulmuştu. Islak saçlarımdan damlayan su damlaları kumda bir örüntü çizerken -gözlerimi ondan çok kez kaçırdığım için buna dikkat etmiştim- ne yapacağımı bilmiyordum. Sırılsıklamdım, ona anlatabileceğim ilgi çekici hiçbir yanım yoktu ve ona doğru düzgün bakamıyordum bile. Buna rağmen soracak çok sorum, söyleyecek çok şeyim vardı ama o kadar güzel konuşuyordu ki; tüm gücümü karşısında yitirmiştim.

ölü denizciler, hyunhoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin