8, avuçlarımdaki yıldızların

130 23 5
                                    

10 Ağustos, 1989

Daha önce kimseyle Hyunjin ile olduğu gibi yakınlaşmamıştım.

Daha doğrusu ben kimseye Hyunjin'e yaklaştığım gibi yaklaşmamıştım.

Yıllar önce boşlukta hissettiğim bir vakitte okulun basketbol takımına katılmıştım. Okuldaki birkaç popüler çocuk hariç herkes vasat oynadığından takıma girmem zor olmamıştı. Çoğu zaman yedek olarak kenarda oturup, diğer yedek arkadaşlarım ile okul çıkışı ne yiyeceğimizi planlardım. Eğlenceli değildi ancak en azından derslerden kolayca kaçabiliyor, öğretmenlerimden azar işittiğimde onlara dün akşam antrenmanım olduğunu ve çalışamadığımı söyleyebiliyordum. Takıma dahil olmam yalnızca lisenin ikinci yılı düşen notlarım için bir bahane olmuştu.

Okulun popüler çocuklarından birisi de üst sınıflardan Kang Jungho'ydu. Başlarda arkadaş olmasak da denk geldiğimizde konuştuğumuz oluyordu. Birkaç kere beni su şişelerini taşıtmak için kullandığından zorba çocuklardan birisi olduğunu düşünmüştüm. Bir süre sonra okulda ne zaman denk gelsek yakın arkadaşlarmışız gibi benimle sohbet etmeye başladığında niyetinin kötü olmadığını anlamıştım. Yine de okulun havalı çocuklarına güvenmediğimizden aramıza bir mesafe koymaya dikkat etmiştim. Yakışıklı ve uzun boyluydu; basketbol takımının kaptanı olması da onu okulda adının daha fazla duyulmasını sağlıyordu. Aynı anda tüm bunlara ve sözde iyi bir aileye sahip olmasını kıskanmıştım.

O vakitlerde henüz lisede olmadığımdan bilmiyordum ancak abisinin de önceden bizim okulda okuduğunu öğrenmiştim. Ne olduğunu bilmediğim bir zihinsel engeli yüzünden gördüğü zorbalık sonucu okuldan ayrılmak zorunda kalmış, ailesiyle birlikte bizim kasabaya taşınmışlardı. Bunu öğrenen ilk kişi ben olmuştum.

Turnuva için bize yalnızca bir buçuk saat uzaklıkta olan başka bir şehire gitmiştik. Aralık ayıydı, karın gelişinden bir gün önceydi ve hava buz kesmişti. Akşam vakti bindiğimiz otobüs şarkı söyleyip dans eden takım arkadaşlarım için keyifli geçmiş olsa da, walkman'i bozulduğu için otobüste çalan trot şarkılarını dinlemek zorunda kalan ben için o kadar keyifli geçmemişti. Yan koltuğumda oturan çocuğu tanımadığımdan sessizce defterime eskizler çizmiş, o zamanlar ilgi duyduğum çizgi roman karakterleriyle küçük hikayeler yazmıştım. Jungho sıkıntımı fark etmiş olacak ki, en arkadaki koltuğunu yanımda oturan çocukla değiş tokuş etmişti. Yolculuğun kalan bir saati boyunca benimle sohbet edip, küçük defterimdeki çizimlerimi incelemişti. Bunu yapmasına başta izin vermemiş olsam da en sonunda pes ettim. Sohbeti keyifliydi. O otobüs yolculuğunda gerçekten iyi bir çocuk olduğuna inandım. Kaldığımız odalar farklı olduğundan maç bitişine kadar bir daha konuşmadık.

Maçı kazandığımız akşam oda arkadaşlarım dahil herkes koçumuzla birlikte kutlama için dışarı çıkmıştı. Onlarla gelmediğimi bile fark etmemişlerdi, bu yüzden koç bana hiçbir şey söylememişti. En azından ihtiyaç duyduğum yalnızlığı odamda oturarak ve dışarıda yağan karı izleyerek giderebilmiştim. Doğrusu Jungho aniden odama gelene kadar güzelce dinlenmiştim. Kutlamaya gitmediğimi gördüğünde koça kas ağrısı çektiğini ve yurtta kalmak istediğini söylemişti. Ona neden böyle yaptığını sorduğumda açık bir cevap alamamıştım. İçeri gizlice soktuğu biraları içip sohbet etmiştik. Kardeşi hakkındaki gerçeği de o akşam öğrenmiştim. Ardından hiç beklemediğim bir anda bana açılmış, benden hoşlandığını itiraf etmişti.

Doğrusunu söylemek gerekirse o anki şokla ne yapmam ve ne demem gerektiğini bilememiştim. Böyle bir şeyin olamayacağını ve ona karşı bir şey hissetmediğimi söylemiştim. Dediklerimi dinlememiş, istemediğim halde beni öpmeye çalışmıştı. Bu yüzden panikle onu yatağımdan ittirip odamdan sert bir şekilde kovmuştum. Öfkeli bir şekilde odamı terk etmiş, tek kelime etmemişti. Ertesi gün ise yurda gizlice bira soktuğum gerekçesiyle takımdan atılmıştım.

ölü denizciler, hyunhoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin