1 Ağustos, 1989
Küçükken sessiz bir çocuk olduğum için ilkokul öğretmenimin annemle görüştüğünü hatırlıyordum. Okul hayatım boyunca hiç sorun çıkartan bir çocuk olmamıştım, bu yüzden annem eve döndüğümüzde öğretmenimin onunla konuştuğunu söylediğinde çok korkmuştum. Kitaplıktan aldığım bir kitabı geri koymayı mı unutmuştum yoksa ders esnasında çok sesli hapşırdığım için öğretmenim bana mı kızmıştı diye çok düşündüm. Oysaki yalnızca sınıf arkadaşlarımla daha çok konuşmam ve derse daha fazla soru sormam gerektiğini söylemişti. Sessiz bir çocuk olmamın nesi kötüydü, yedi yaşındayken bile anlayamamıştım. Sınıftaki diğer çocuklar her ara verdiğimizde beraber jegichagi oynayıp gürültü yaparken kimseden azar işitmemişti. Ben ise önce annemden, sonra öğretmenimden, sonra da diğer tüm sınıf arkadaşlarımdan sorunlu bir çocuk olduğumu işitmiştim. Sessiz olmanın bile bir bedeli olduğunu bu şekilde öğrenmiştim. En azından çocuktum ve eleştirilmek benim için dünyadaki en kötü şeydi, henüz babamla geçireceğimiz sessiz akşam yemeklerinden bihaberdim.
Babam ve ben çocukluğum boyunca çok yakın olmuştuk. Bu kadar sık seyahate çıkmaya başlamadan önce beni kasaba dışına çıkartır, yoksulluğumuza rağmen bana oyuncak almayı ihmal etmezdi. Babamla o vakitler çok konuşurdum. Anneme anlatmadığım şeyleri ona anlatır, sakladığım resimlerimi gösterirdim. Her zaman meşgul bir adam olmuştu. Seyahate çıkmadığı vakitlerde bile kasabadaki küçük işlerde çalışır, her eve gelişinde bana vakit ayırır ve beni omuzlarında taşıyıp güldürürdü. Büyüdükçe omuzlarına ağır gelmeye başlamıştım belki de. Büyüdüm, onunla bile konuşmaz oldum. Artık bir yetişkin olmama rağmen hala kendimi suçladığım vakitler oluyordu. Sessiz bir çocuk olmasaydım benimle konuşabilirdi ve eve döndüğünde tekrar saçlarımı karıştırabilirdi. Ona ağır geldiğimi bana bu kadar hissettirmiyor olsaydı ona burada yaptıklarımı ve arkadaşlarımı anlatabilirdim. Şimdi ise gelmesi gereken günden daha erken gelen babam, şapırdatarak jajangmyeon'unu yerken masada kimse konuşmuyordu. Her ay olduğu gibi annemin öfkeyle yemeğini bırakıp artık boşanmak istediğini söylemesini bekledim ama kimse konuşmadı.
"Baba," diye başladım sözüme dokunmadığım yemeğimi izlerken. Önce başını kaldırıp beni gerçekten de dinlediğini görmek istedim ama yalnızca boğuk bir ses çıkarttı. "Biraz paraya ihtiyacım var."
Babam kafasını kaldırıp bana nihayet baktığında annem de bana döndü. Bakışları ayıp bir şey söylemişim gibi kızgındı.
"Ne için?"
"Boya almam gerekiyor," dedim sakince. Annem ve arasında bir tartışma yaşanmadan önce bunu konuşmam daha doğruydu. Doğrusu babamı başka türlü nasıl konuşturabileceğimi de bilmiyordum.
Babam bana cevap veremeden annem konuştu, "Aylarca dükkanda çalıştın, paranı biriktirmedin mi? Babanın zor durumda olduğunu biliyorsun. Bugün markette Junghyun ile konuştuk, geri dönmeni bekliyorlarmış."
Babamın parasını yurt dışındaki kumarhanelerde yiyip bitirdiğini ikimiz de biliyorduk. Muhtemelen Junghyun'u -adı müzisyen Shin Junghyun ile aynı olduğundan kasabada çok popülerdi- bu nedenle araya sokmuştu. Benim ise paraya ihtiyacım yoktu, bunu ikisi de bilmiyordu.
Babam önce annemi susturmak ister gibi baktı, sonra bakışlarını bana geri çevirdi. "Amcan Eylül vakti buralara gelecek, ondan borç alırsın. Ev çok eskimiş." Sağlamlığını test eder gibi birkaç kez masaya vurdu. "Masraf çıkacak."
İstemsizce belli belirsiz gülümsedim. Daha gençken anlamıyordum, ama bahaneleri zaman geçtikçe komikleşmişti. Geçen sefer geldiğinde arkadaşına borç verdiğini söyleyip konuyu ne kadar iyi bir insan olduğuna getirmişti. Şimdi ise sorun hiçbir zaman masraflarını karşılamayacağı otuz beş yıllık evimiz olmuştu.
![](https://img.wattpad.com/cover/316121782-288-k629157.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ölü denizciler, hyunho
Fanficben lee minho, bir kaptanın oğluyum. yirmi bir yaşındayken bir oğlana aşık oldum.