∞
Ruhun derinliklerine kazınmış
acının üstesinden gelmek için tek çözümdü, ölüm...
∞Sessizlik kelimesinin ne olduğunu unutmuştu tüm vücudum. Etraftaki tüm sesler kaybolsa bile kendi içindeki ses tufanı asla dinmeyecek gibiydi. Düşünceler, hisler, duygular zihnimi işgal etmiş askerler gibiydi. O kadar güçlü bir işgaldi ki bu nefes almayı bile unuttururlardı.
Farklıydı dışlar ve içler. Dışarıdaki sakinlik içerideki savaşı gizleyen bir örtü gibiydi. Nefes almayı zorlaştıran bu savaşın ortasında yardım edecek kimse yoktu. İki tarafta yorgundu. Savaşmaya güçleri yoktu ama barış ihtimal değildi. Barış zordu, hiç kolay olmamıştı ama bitmesi gerekiyordu. Bir tarafın yenilmesi bir tarafın kazanması gerekiyordu.
En büyük savaşı vereceğimiz cepheye bakıyorum tüm ihtişamıyla önümde duruyordu. Bakıldığında özenilecek bir yer, özenilecek bir hayat gibiydi. Ama değildi. Dışarıdaki ihtişamı sadece içindeki çürükleri örtüyordu.
Bir süre daha cepheye yani malikaneye baktım. Yanımdaki bedenlerin sıcaklığını hissediyordum. Üzerimde dolanan bakışların kendince ağırlığı vardı.
"Şuna bak daha ilk anda zenginliğimize odaklandı." Batur'un alaylı, soğuk sesi bana ulaşmamıştı bile. Önceki hayatımda da bu zenginliği görmüştüm ve hiçbiri ruhumu doyurmamıştı.
Yavaşça başımı kaldırıp ona baktım. "Beni babanızın zenginliği değil, sizin gönül zenginliğiniz ilgilendiriyor." dedim. Sesimde saçma bir sakinlik vardı. Batur'un yüzü bozulurken cevap vermek için ağzını açmıştı ki Alaz elini onun omzuna koyarak engel olmuştu. Homurdanıp başını çevirdiğinde ben de bir şey demeden önüme baktım.
Neredeyse beş dakikadır beşimizde evin önünde duruyorduk ama kimse içeri girmeyi teklif etmiyordu. Herkesin kendi korkuları vardı.
Sonunda cesur davranan Oğuz Bey olmuştu. Karısının elini tutup bana baktı. "Hadi artık evimize girelim." dedi. Yumuşak sesle konuşurken göz gözeydik. Oranın benim de evim olduğunu söylemeye çalışırken sadece iç çektim. Sessizce başımı salladım ve önden yürüyen Oğuz Bey'i takip ettim.
Ellerim ceplerimde bakışlarım yerdeydi. Hastanede bayıldıktan sonra çok geçmeden uyanmıştım. Biraz dinlendikten sonra hemen yola çıktığımızdan hâlâ kendimi yorgun hissediyordum. Gözlerimin kızarık olduğuna emindim.
Yürümeye devam ederken peşimden gelen Alaz ve Batur'un adım seslerini duyuyordum.
Sonunda evin önünde durduğumuzda Oğuz Bey karısının elini bırakmadan cebinden anahtarını çıkartıp kapıyı açtı. Hepimiz peşpeşe içeri girmiştik. Kısa hol direkt oturma odasına bağlanıyordu. Dördü de odaya girerken ben kapıya yakın durmayı tercih etmiştim.
Zihnim olası her tehlikede kaçmaya programıydı. Savaşmak bana göre değildi lakin şimdi savaşın en ön cephesinde açık hedeftim.
O sırada evin küçük prensi Ayaz oturduğu yerden kalkıp hızla annesinin yanına gelip kollarını ona sardı. Önümdeki sıcak sahneyi gülümseyerek izledim. Ayaz annesine sarılmaya devam ederken başını kaldırıp bana baktı. Göz göze geldiğimizde dikkatle gözlerine baktım, bir çocuğa göre fazlasıyla nefret doluydu. Annesinin kollarındaki küçük çocuk bana bir canavarmışım gibi bakıyordu. Belki de haklıydı, onların hayatını bir kalemle mahveden bendim. Yine de gülümsemeye devam ettim. Nazlı Hanım geri çekilip oğlunun elini tutarken bana döndü. Yüzünde sıcak bir gülümseme vardı. Benim yüzümdeki gülümsemeye zıttı. Samimiyetsizce tebessüm ediyordum ama bunu anlamayacakları kadar gerçekçiydi.
"Bu Ayaz. En küçük kardeşin" bana nefretle bakan küçük kardeşime baktım. Daha sonra koltukta oturan oğlunu gösterdi. "Bu da Barlas. İkizin." Dedi yumuşak sesle. Yutkundum, ona bakmaya cesaretim yoktu. Derin nefes verirken bunun başka bir hikaye olduğunu kendime hatırlatmaya çalışıyordum. O benim ikizim değildi, o benim oluşturduğum karakterdi. Barlas o değildi.
Birkaç saniye sonra iç çekip Barlas'a baktım. Onun gözlerindeki merakı, endişeyi, umudu, heyecanı... Kısaca her türlü duyguyu görebiliyordum. Bana gülümsemeye çalıştığında kendimi aynısını yapmaya zorladım. Bu sefer bakışlarım daha samimiydi.
Kısa sessizliğin ardından sonra Nazlı hanım bana yaklaştı. "Bir abi daha var, Berkan. O şuan işte akşam gelince tanışırsınız." Tekrar oğullarına baktı. Gözlerindeki parıltı endişesini bastırmaya yetmiyordu. "Bu Alisa. Ferda ile karışan öz kardeşiniz." dedi heyecanlı sesle. Düzeltmek 'Hayır ben Alya. Hepinizin hayatıyla oynayan kişiyim.' demek istedim ama sustum.
"Artık beraberiz." Nazlı Hanım'ın duygu dolu sesiyle ona baktım. Klasik sahnenin yaşanmasına saniyeler vardı. Ayaz konuşacağını belli eden bir nefes aldığında ona fırsat vermeden konuştum. "Araya giriyorum ama bir şeyi açıklığa kavuşturmamız lazım. Onlar benim abim veya kardeşim değiller." İkizim değil diyemedim. Sadece Nazlı Hanım'a baktı. Hayal kırıklığı ile bana bakıyordu. Aşina olduğum bakışlardı. Devam ettim. "Ben de onların kardeşi değilim. Birbirimize yabancıyız. Bir şeyleri zorlamanın anlamı yok." Oldukça sakin konuşuyordum. Ayaz ve Batur'un onaylayan seslerini duyuyordum.
Göz ucuyla Barlas'a baktım. Yere bakarken eliyle ritim tutuyordu. Yutkunup bakışlarımı kaçırdım. Nazlı Hanım konuşmak için ağzını açmıştı ki elimi kaldırıp onu durdudum. "Lütfen. Israr edip yorulmanın anlamı yok. Gereken şey birbirimize zaman verip saygı duymak." Elimden geldiğince nazik davranmaya çalışıyordum. İç çekip başını salladı bir adım geri çekildiğinde Oğuz Bey karısının omzunu ve sırtını okşayıp destek oldu.
Bir süre sessizlik oldu. Herkes bana bakarken ben kapının önünde yere bakıyordum. Yorgun olduğumu hissediyordum. Zihnim bulanıktı. Sağımda bir bedenin yaklaştığını hissedince hemen başımı kaldırdım. Alaz yumuşak gülümsemesi ile bana yaklaştı. "Alisa? Biraz dinlenmek ister misin? Bayıldıktan sonra doğru düzgün dinlenemedin." Sesindeki endişeyle gülümsedim. Yavaşça başımı salladım. Bunun üzerine Nazlı Hanım hemen yanıma geldi. "Alaz haklı. Sana odanı göstereyim. Yemeğe kadar dinlen." Onun sesi de endişe doluydu. Sessizce başımı salladım önden yürürken onu takip etmeden önce bana bakan Barlas ile göz göze gelince duraksadım. Onun gözlerinde de endişe vardı ve bunu sevmedim. Başımı çevirip hızla Nazlı Hanım'ı takip ettim.
Merdivenlerden çıkarken bana benim kurguladığım evi anlatıyordu. Bildiğim için dinlemedim ama dinliyormuş gibi yaptım. Sonunda benim odamın önüne gelince kapıyı açtı önce benim girmemi bekledi. Sonunda içeri girip odaya baktım. Kahverenginin ama en çokta yeşilin ağırlıklı olduğu bir odaydı. Yeşil... Umudumun rengi.
"Beğendin mi?" İlgili sesiyle düşünmeyi bırakıp ona döndüm tebessüm ederken başımı salladım. "Evet teşekkür ederim." Onunda gülümsemesi büyüdü. Konuşmak istediği belliydi ama benden çekiniyordu. Bir şey demedim, şuan konuşmak istemiyordum.
"Sen biraz uyu. Vücudunun dinlenmeye ihtiyacı var. Yemek hazır olunca çağırırım." Dedi son kez bana bakıp odadan çıktı. Bir süre arkasından baktıktan sonra kendimi yatağa bıraktım. Sırtüstü yatarken tabanı izledim. Gördüğüm şeyle gülmeden edemedim. Tavanda küçük yıldızlar vardı. "Aptal Alya." dedim kısık sesle. Bir süre daha yıldızları izledim. Vücudum yorgundu, gözlerim kapanmak için ısrar ediyordu ama yemek hazır öldüğünde Ayaz'ın beni uyandıracağını bildiğim için uyumamaya karar vermiştim. Bu beni zorluyordu.
Yattığım yerden doğrulup oturdum. Elimle gözümü ovuşturuyordum. Kızarık gözlerim daha kızarırken etrafa baktım, oyalanacak bir şey arıyordum. Dikkatimi çeken şeyle kaşlarım çatıldı. Yavaşça ayağı kalkıp yürüyeceğim sırada odanın kapısı sertçe açıldı. Herhangi bir tepki göstermeden sakince başımı kaldırıp gelen kişiye baktım. Gördüğüm kişiyle kaşlarım daha çok çatıldı.
'Bunun bu saatte burada ne işi var?..'Biyoloji sözlüsüne çalışmak yerine oturmuş bölüm yazıyorum... Bir gün biz de uslanırız inşallah.
Kurgunun sadece başı aklımdaydı sonrası anlık yazımla ortaya çıkan şeylerdi. Tekte yazınca biraz kısa oldu.
Umarım beğenirsiniz.
🦕
03.11
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALİSA
Teen FictionBir zamanlar karıştırılan bebek kurgusu yazmış ve sonraki hayatınızda bu kurgunun baş kahramanı olmuşsanız? Sonunu değiştirmeniz gereken bir kitap, yaşamak için verilen uğraşlar... 🌌 Son verdiğim hayatın cezasını başka yaşamlarda çekiyordum... Son...