Bu köye geleli uzun bir zaman olmuştu ve sanırım alışmıştım. Ayda bir şehire gidip eksiklerimi almam harici pek ayrılmıyordum bile. Hekim'le birlikte dağ tepe demeden yürüdüğüm için yeniden forma girmeye bile başlamıştım. Arada bana odun kesmeyi öğretiyordu, tabi onun baltasından daha ufak bir baltayla.
Çoğu gece ayrı kalsak bile bazı geceler benim evimde alıyordu soluğu. Sabahın ilk ışıklarıyla evimden ayrılıp hayvanları dağa çıkartıyordu. Ailemle sık sık konuşuyorduk, babam görev yaptığım yeri çok merak ediyordu. İnternet çekmediği için görüntülü görüşemiyorduk haliyle.
İkiz erkek bebeklerin altı ay aşıları yapılırken, sevimliliklerinden ve ailelerinin parlayan gözlerini görmekten mutluydum. Bebeğin birini kucağıma alıp bir süre severken aileye de aşı sonrası yapması gerekenleri anlatıyordum.
Geç kavuştuğu bebeklerini koynunda saklayacak kadar sakınan annesi, benim kucağımdaki bebeği göz hapsinde tutuyordu. Bebeğin üstünü düzeltip babasına verince ilaçlarını da verip odama geçtim.
Bugün aşı günü olduğu için yoğun bir gün olmuştu. Ellerimi odamdaki lavaboda yıkarken kapım tıklatıldı. İçeri giren muhtarla kaşlarım havalandı, ilk kez muayeneye geliyordu.
"Buyrun muhtar bey, şikayetiniz nedir?" Her hastama aynı şekilde davranmaya çalışırdım ama bu adamı pek sevemiyordum.
"Ben özel bir şey için gelmiştim doktur bey, geçen dediğiniz konuyla ilgili biraz. Aileme bir hastalık, zeval gelsin istemem. Onun için size geldim."
Koca adamın başı önünden kalkmıyordu, oh olsun. Kendi eşi evinde harap olurken karı kız peşinde koşarsa böyle yüzünü kaldıramazdı. Sadakat çok önemliydi sonuçta, kim bilir ne kadar korkmuştu hastalık taşıma ihtimalinden.
"Tamam önce herhangi bir belirti, iz, kızarıklık var mı vücudunuzda onu konuşalım. Sonrasında kan alalım sizden ve şehre gidecek olan araca yetiştirelim."
Başıyla onaylayıp anlattı her bir rahatsızlığını, şüphesini. Kan için yönlendirip odamdan yollarken tekrar kapım çalındı. İçeriye çağırdığım hastaya bakmadan evrakları doldurdum muhtarın kanı için. Yeni hastadan ses gelmeyince kafamı kaldırdım ve gördüğüm tanıdık yüzle yerimden fırladım.
"Babaaaa, babammm.." Kollarımı iyice sarıp babamın gerçekten burada olduğuna emin olmak ister gibi sırtına dokundum.
"Tamam eşek sıpası, tamam. Sürpriz yapayım dedim, iki günlük izin aldım. Ama köy navigasyonda görünmüyor, bulana kadar canım çıktı."
Kollarımı çözüp babamı koltuğa çektim, yanındaki sandalyeye oturdum hemen. O söylenirken dinlemekten bile mutlu olmuştum.
"Sonra bir çoban gördüm ama iki metre adamdı. Ona sordum tarif etti sağolsun, türkçesi de çok düzgündü maşallah." Babamın hangi çobandan bahsettiğini anlayınca dudaklarımda engel olamadığım bir gülümseme oluştu.
"Hoşgeldin, iyi ki geldin. Eşya getirmedin mi, araban nerede? Annem ne yapıyor?" Ardı ardına sıraladığım sorularla babam omzumu patpatlayıp arkasına yaslandı.
"Annen bir bagaj yiyecek yolladı, araba ilerideki kahvehanenin önünde. Annen gelemedi, işleri çok yoğun bu aralar. Sen git oğlumu bol bol öp dedi, ama tabi ki bir öpücük yeter."
Kafama koyduğu öpücükle gülerek başımı salladım, canım annem. Kendi gelemese bile benim için didinmişti yine. Babamla birlikte sağlık merkezinden çıkıp arabaya yöneldik. Kaldığım evin önüne çekip bagajı boşalttık.
Gerçekten annem bir bagaj yiyecek yollamıştı, şaka sanmıştım ben onu. Midem guruldarken babam çantalardan birisini açıp içindeki bir kısmı yenmiş böreklerin olduğu saklama kabını elime tutuşturdu.
"Annem otlu börek yolladı ve sen onu yedin mi? Aşk olsun baba yaaa..."
"Sana da bıraktım, bak tam beş tane hemde. Sana yeter o, merak etme. Sevdiğin herşeyden yolladı annen, abur cubur bile var çantalarda."
Ağzımdaki otlu böreği çiğnerken elimle çantaları mutfağa sürüklüyordum. Bugün öğlen yemeği bile yememiştim, Hekim'in getirdiği yoğurttan ayran yapıp bardaklara doldurdum. Babam iştahla yiyip içerken bir yandan sohbet ediyorduk, çalan kapıyla elimdeki son böreği bırakmadan kapıya koştum.
Karşımda duran adamla yüzüm gülerken bir adım geri çekildim. Kapıyı kapatıp beni kendine çekti, dudaklarıma yapıştığında düşürmemek için böreğimi havaya kaldırdım. Öpüşümüz derinleşirken arkamızdan gelen boğaz temizleme sesiyle ani bir şekilde ayrıldık.
Babam kaşları havada bir Hekim'e bir bana bakıyordu, gözleri korkuyla açılan Hekim öylece kalmıştı. Babam korkutuğunu anlayınca biraz yumuşayıp gülümsedi, başıyla odayı gösterip konuşmaya başladı.
"Gel çoban bey, biz de yemek yiyorduk. Anlaşılan sen bu evin misafiri değil yerlisisin."
Hekim başını eğmişti, elimi koluna atıp salona doğru yönlendirdim. Adımlarını o kadar yavaş atıyordu ki, dışardan gören sürüklüyorum sanabilirdi. Hepimiz sofraya yerleşince babam bana döndü bu sefer.
"Oğlum sende hiç söylemiyorsun, tanıyorum diye. Bende kimi kime anlatıyormuşum." Ben hafifçe gülümserken hafifçe bana bakan Hekim'e döndüm.
"Çok samimi bir arkadaşım, Hekim."
Babam kafasını dalga geçer gibi sallayıp, külahıma anlat der gibi hareketler yapınca güldüm.
"Gördüm samimiyet derecenizi, bayağııııı bir samimisiniz gerçekten." Ben gülerken Hekim masanın altından elini bacağıma atıp sıktı.
"Babam benim yönelimimi biliyor, sorun da etmiyor. Sorun edenlere de haddini bildiriyor en güzel şekilde."
Gözleri büyüyen Hekim uzanıp babamın elini öptü, başına koyunca babamda elini omzuna koyup hafifçe sıktı. Aralarında sessiz bir anlayış oluşurken babam geri yaslanıp bana döndü yine.
"Kalk ayran yap biraz daha, iyice doyalım bugün. Kırmızı çantada patatesli börekte vardı. Geri dönüşte yemek için saklayacaktım ama, Hekim oğluma otlu börek kalmadı. Patatesli böreğimi feda ediyorum onun için."
"Bunu anneme söyleyeceğim, otlu böreğimi yediğini de. Eve dönünce diyete gir de aklın başına gelsin." Ben sinirle söylenirken babam kahkahalarla gülüyordu. Ayranı yaparken ocağa çay da koydum, anlaşılan gecemiz uzun olacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Doktor ve Çoban
Ficción GeneralBir dağ köyüne atanan eşcinsel ve metroseksüel bir doktor İri cüssesi yüzünden korkulan ve kimsenin gözünün içine bile bakmadığı bir çoban Aynı köyde kimsesiz iki adam, arkadaşlık kurup birbirlerinde aradıklarını bulabilecekler mi?