Donuyordum...
Burası neden bu kadar soğuktu?
Yatmadan önce üstüme yorgan çektiğimden emin-
Jeton birden kafamın içinde düştüğünde sesli bir şekilde yutkunmuştum. Kendi etrafımda dönerken karanlık bir yerde olduğumu seçebiliyordum. Hiçbir şey yoktu. Sadece altımda suya benzer bir sıvı vardı. Ayaklarımla onun üstüne bassam bile asla ıslanmıyor, onu hissetmiyordum.
Yine de üşümeme engel olamıyordum. Bu yüzden gözlerim üstüme doğru çevrildiğinde nedenini anlayabiliyordum. Bir kot pantolon ile yeşil bir tişört giyiyordum. Uzun kollu olmasına rağmen tenimin üstünde hareket eden rüzgarı hissedebiliyordum. Bu... Bu o geceye aitti.
Katliam gecesi...
Yutkunurken birden bire önümde oluşan havuza baktım. Etrafına sarılı bir sürü yosun vardı. Ayrıca kablolara benzeyen kalın kanlı etler. Belki biraz da çürümüş? Adrenalin vücudumda pompalanmaya başladığında ayaklarım atlama tahtasına doğru ilerliyordu. Ellerim titrerken gerçek olup olmadığını anlamak için dokunma isteğimi bastırmaya çalışıyordum.
Ama başaramıyordum ve her saniye elim daha fazla yaklaşıyordu. Kötü bir şey olmasını bekliyordum. Açıkçası oraya dokunduğumda o güne dönmeyi bekliyordum. Vücudum hafif bir şekilde titrerken sert bir cisme değmeyi beklerken sadece toz gibi bir boşluğa dokunduğumu hissettim.
Sanki ben bir suydum, dokunmaya çalıştığım şeyse bir pamuk şeker. Anında elimin altında yok olmuştu. Lanet olsun! Neler oluyor? Şaşkın bakışlarım çevreyi tararken fark ettiğim şey büyük evimizin arka tarafının eski haliydi. Annemin yapmış olduğu hiçbir simetri hastalığı içeren düzenleme yok.
Babamın gösterişli şezlongları da ortalıkta görünmüyordu. Sadece eve uğranmadığını belli eden birkaç parça eşya. Hepsi de özensiz sıralanmış, pek bir maliyet ödenmemiş sade şeylerdi. Bakışlarım tekrar atlama tahtasına döndüğünde orada oturan bir beden görmüştüm. Geri doğru düşerken pek beklediğim bir şey değildi.
Adrenalin ve stres vücuduma yaptığı etkilerden biri de terlemekti ve emin olduğum şey şu anda saçlarımın diplerinde oluşan küçük ter damlalarıydı. Karşımdaki bedenin yüzü avuç içlerine doğru gömülmüş olsa bile bu saç şeklini hatırlıyordum. Bu ağlayan sesi tanıyordum. Hatta şu anda üstümdekinin aynısını giyen kişiyi tanıyordum.
Bu bendim...
"N-neler oluyor Tanrı aşkına?!" Bağırmama engel olamazken sesimin bir boşlukta yankılanır şekilde yutulması beklediğim bir şey değildi. Hava olmayan bir yerde ses dalgaları yayılmazdı. O zaman ben... Nerede olduğumu anlamaya çalışırken ağrıyan şakaklarımı ovaladım. Çok aşina olduğum bir sahneydi.
"Ben bir şey yapmadım Tanrım lütfen beni affet." Ses titrek bir şekilde konuştuğunda ve kırmızı bir yüzle bezenmişti. Ağlamaktan şişen gözleri, uzun zamandır uyumadığının habercisi olan kırmızı belirgin damarlar ve şişmiş kırmızı dudaklar... Bu ağlayan Barbara'nın ölümünden kendisini suçlayan Steve 'Kral' Harrington'dı.
Eski benim yanımda tanıdığım kadarıyla babamın koleksiyonundan aldığım bir şişe beyaz şarap vardı. Neredeyse yarısına kadar içilmiş durumdaydı. Bu da neden bu kadar çok duygusal boşlukta olduğumu gösteriyordu.
Benim aksime herkesin gidecek bir annesi-babası vardı. Ya da en yakın arkadaşı. Ama benim annem onun kucağında ağlasam üstüne sümüklerimi akıtmamamı söylerdi, eğer babamın kucağında ağlasaydım bana güçlü olmamı haykırırdı. Ve arkadaş... Benim gerçekten bir arkadaşım yoktu.
Orada Tommy ve Carol büyük ihtimalle tek arkadaşlarımdı. Asla değillerdi ve ben bunu o zamanlar bilmiyordum. Kendimi biraz daha izledikten sonra kendi yüzümün bana dönmesini izledim.
"Onu öldürdükten sonra nasıl bu kadar rahat uyuyabilirsin Steve?"
Bu ses kesinlikle bana ait değildi. Bariton tondaki ses tüylerimi ürpertecek kadar korkunçtu. Geri geri adımlarken ağzım şaşkınlıkla aralanmıştı. Ne cevap vermem gerektiğini bilmiyordum. Ya da ne gibi bir cevap beklediğini kestiremiyordum. Sadece bana acınası bir şekilde bakan gözlerimi görebiliyordum.
"Sen de kimsin? Benim zihnimde ne işin var?"
Uykuda olduğumun farkındaydım. Az çok bunu hatırlıyordum. Başka bir kabusun içinde uyanmak için debelendiğim sırada bir şey olduğunu... Ayrıca anılarımı kurcalayan soyut bir el hissediyordum. Denilen kadar aptal değildim ama düşündüğüm kadar da zeki sayılmazdım. Yine de farkında olacak kadar ayıktım.
"Ben senin kabusunum. Sense benim beslenme kaynağım." Gözlerimi kırpıp açtıktan sonra kırmızı renklerle dolu bir dünyaya gelmiştim. Karşımda duran şey artık benim vücudum değildi. Karşımda duran kişi beyaz gömlek, beyaz pantolon ve sarı saçlarıyla bir adamdı. Yüzünü göremiyordum.
Ses artık kalın değildi. Yumuşak ve bir o kadar da tehlikeyi barındırıyordu. Kafam karışmış şekilde etrafıma bakınmaya başladım. Yıkılan ev parçaları havada uçuşuyordu, ayrıca az önceki gördüğüm gördüğüm kalın etten kablolar burada da vardı.
Nerede olduğumu bilmiyordum.
Hiçbir şeyi anlayamıyordum.
"Anlaman için daha çok erken Stevie." Yakınımda bir nefes sesi duyduğumda gerilemek için hareket istemiştim ama ıslak dokunaçlar omuzlarımı kavrayıp beni yerimde tuttuğunda taştan bir heykel gibi kalakalmıştım. Bana sadece annem böyle söylerdi.
"Sen de kimsin?" Fısıldamama karşılık gülümseyen dudaklarını görebiliyordum. Hatta onu görmeme izin verdiğinde keskin çenesiyle cam gibi mavi gözlerine bakabilmiştim. Ürpermeme yetecek kadar tehlikeyim diyordu.
"Bana sadece Henry de." Etrafımda kısaca dolaştıktan sonra parmak uçlarının karnıma dokunduğunu hissettim. Kuş kadar hafif olsa da içimi ürpertecek kadar kabaydı. Korkunç bir şekilde koruma iç güdüsü içindeydim. Neler oluyordu? Daha sunum bile yapmamıştım. Neden bu kadar koruyucu hissediyordum?
"O tatlı kafanı buna yorma Stevie. Sadece zamanın sana akıp gelmesini bekleyeceksin. Ve tabii ki ben de öyle. Bu sadece seni tanımak içindi. Neler hissettiğini bilmek, sana yakından bakmak ve dokunmak."
Bana neden dokunmak istiyordu? Benimle ne gibi bir işi vardı? Bütün sorular beynimin içinde dönerken sakin olmaya çalışarak olduğum yerde kıpırdamadan durmaya odaklandım. Nefes bile alamıyordum. Parmak uçlarının yüzüme doğru çıktığını hissettiğimde gözlerimi yumup olacak şeyi bekledim. Tamamen refleksti. Babamın bana bıraktığı...
"Korkma, sana herhangi bir zarar vermeyeceğim. Çünkü sen önemlisin Steve. Benim için," ses tonu sertleşirken konuşmaya devam etmişti. "kötüler için. Sana zarar gelmemesi için uğraşacağım. Yine de senden tek isteğim senin de kendine düzgün bakman. Diğer hiç kimse seni önemsemiyor, benden başka."
≿━━━━༺ ♕ × ⚚ ༻━━━━≾
evet şimdi neler oluyor bilmiyorum
sadece ilk bölüm fazla giriş bölümü olduğu içindi..
ehe :D
ŞİMDİ OKUDUĞUN
just...;, steve harrington
Fanfiction"Sadece demek istediğim... Ben iyiyim, endişelenme." "Sadece... Dikkatli olun." "Sadece... Gerçekten ineksiniz dostum, iğrenç." Steve Harrington, ne zaman kırılsa cümleleri sadece ile başlardı ve hiçbir zaman ardından getirdiği cümlelerdeki kelimele...