Bölüm 21 : Gerçekten Gelebilir Miydim Ona?

59 10 25
                                    


Hayatım, bir çizgifilmin absürtlüğü, bir dramanın ağır işleyişinde ilerlemekteydi sanki. Lakin tipik bir yaz dizisi gibi değildi benim hikayem. Arkadaşlarım yoktu, ailem yoktu, aşk yoktu.

Ah, bir de yalım.

Bunun yerine kimsenin izlemek istemeyeceği, durağan akışında ilerleyen, gerçi ilerlemekten de çok sanki geriye giden bir akış. Sıkıcı, yaralayıcı, ağır, aptalca ve insanları yalnızca demorilize eden bir dizi.  Gelecek bölümleri bilmiyordum ancak, böyle devam ederse gördüğüm fragmanlar asla değişmeyecekti. Pekala biliyordum.

Bu satırları yazan; bu dizinin başrol oyuncusu, yalnızca daha birkaç saatliğine ölmeyi arzulamış, yokluğu merak etmiş, sıradan ve çirkin biri.

Evet, Min Yoongi. Bu benim adım ve bu benim hayatım.

İnsan var olmaktansa, yok olmayı neden tercih eder? Varlığının farkında mıdır? Farkındaysa ne kadarının? Peki ya evren ve Tanrı? Belki de kutsal bakire tanrıçalar... Kör olarak nitelendirdiğim insanlık neyi gördü bu zamana kadar , neyi tanıdı ve bundan kurtulmayı seçti? Açık olacağım. Varlığımı ne hissediyorum, ne de onu anlamdırabiliyorum.

Neden varım? Var olmamdaki asıl etken ne? Gönderilme amacım nedir? Neden bu dünya, bu beden, bu zaman ve bu isim. Neden Min Yoongi doğdu?

Muhtemelen çoğunuz, hatta tüm insanlık düşünmüştür bunları. Hatta bu kesindir, yani kısmen.  Bu düşüncelerdir aslında bizi hem yaşatan, hem de öldüren. Sorgularsın mesela, dersin bir tanrı var ve o senin yaşama amacın olur. O doğrultuda ilerler, yanlış denilen şeylerden kaçınırsın. Belki de iyilik saçmak için burada olduğunu düşünecek kadar yüceltirsin kendini. Güneş gibi sanki, parlatırsın çevrene ışıklarını. Ya da sadece seversin yaşamayı. Seni şanslı şey...

Bazılarıysa benim gibidir işte. Bu sorulara öylesine boğulmuştur, öylesine dibe batmıştır ki daha bulamadığı kendini kaybeder. Hayat anlamsızlaşır, her şey her geçen gün mide bulandırıcı hal alır.

Bana olan da tam olarak buydu.

Derin bir nefes verdim, ellerimi şakaklarıma bastırdım ve dirseklerimi masaya yasladım. Jimin'e yazdığım şarkı önümde duruyordu ve bu gülümsememi sağlamıştı. Birkaç saat olmuştu işe gideli. Acaba yorulmuş, üşümüş, acıkmış mıdır? Acaba kırıyorlar mıdır benim meleğimi? Onu aptalca aşağılıyorlar mıdır sırf kendi yitik egolarını tatmin etmek uğruna?

Aslında Jimin denen bu çocuk, hayatımın merkezine yerleşmişti. Artık bunu farkedebiliyordum. Pekte olmamıştı gerçi tanışalı, yalnızca üç ay kadar. Ama ben öylesine benimsemiştim ki o minik elleri, bazen soğuk yabani ellerimin üzerinde hisseder gibi olurdum sıcaklığını. Tatlı sesini duyardım sanki kaybolduğum karanlığın içinden. 

Fazla aptaldım her zaman ama onunla daha da aptallaşmıştım. Kötü müdür iyi mi bilemem ama bundan arsız bir zevk duyuyordum artık. Her zaman bana yazsın, bana hayaller kurdursun, güzel olduğumu, yaşayabileceğimi söylesin sonra da öpsün uzunca ellerimden.

Aptaldım, o olmadan gerçekten yapamazdım.

Peki Jimin neden benim için bu kadar değerli bir varlığa evrilmişti? Belki adı bile sahte olabilirdi. Sadece adı değil, her şeyi. Lakin öyleyse niye tüm benliğimle ona inanmayı seçiyordum? Neden onun için şu bok çukurundan çıkmayı arzuluyor, kırık bir dalda hayata tutunuyordum?

Çoğu şey gibi, bunu da bilmiyordum. Sadece seviyordum işte hayatımda olmasını. Belki de hayatım olmasını.

Yazdığım yazılarda gezindi parmak uçlarım. Sigaramı yakmak için uzandım ama vazgeçtim. İç çektim, benim için absürt, diğerleri için normal olan şeyi yaparak yataktan kalktım. Duşa girdim, kahvaltı yaptım-ki bir süredir yemeyi atladığımdan fazlasını almamıştı midem.- Yarısından biraz fazlasını çöpe atsam da garip bir şekilde... mutluydum sanırım. Hatta şarkı dinlemiş, üzerine giderek mıtıltılarla eşlik etmiştim.

𝗟𝗶𝗲 𝗙𝗼𝗿 𝗔𝘁𝘁𝗲𝗻𝘁𝗶𝗼𝗻 | ʸᵒᵒⁿᵐⁱⁿHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin