Bazen hayatın bize getirdiği kötü şeyleri o an yaşanırken göremeyiz. Bu bizim bu durumu algılayamadığımızdan dolayı değil, bir kez olsun bize güzel hissettiren bir şeyi yaşama arzusundan yaparız. İçindeki o arzuyu bastırmak yerine yapmayı tercih edenlerin çoğu pişmanlık duygusu yaşar sonradan. Peki ya yaşayamama pişmanlığı mı daha iyidir yoksa yaşama pişmanlığı mı? Bu konu hakkında pek çok kez düşündüm ve sanırım verdiğim karar yaşayıp pişman olmak. Hayat dengeli değildir ve belki de o yaşadığın kötü şey sana çok şey katacak bir tecrübeden ibaret olmakla kalmayıp sonu güzel bir masala dönüşür. Kim bilir?
Yemyeşil ağaçların çok güzel bir ahenkle dizildiği ormanın kenarındaki uzun yol yağmurdan dolayı hafif ıslanmış, misilim ağaçlardan dökülen yapraklar ıslanan beton yola dökülmüş, yağmuru fırsat bilen salyangozlar yola akın etmişti bile. Şemsiyenin altında, şemsiyeme damlayan yağmur tanelerin sesini dinleye dinleye fakülteme doğru o uzun ve kimsesiz yoldan geçiyordum. Sonbaharın kokusunu içime çektikçe var olan tüm düşüncelerim kayboluyor ve kendimi toprağa bırakırcasına rahatlıyordum. İçimde bir yerlerde hala yaşayan minik duygularım birden kabarıyor ve beni büsbütün içine alıyor derken karşıdan bir insanın bana yaklaştığını gördüm. İçimde mırıldanan türkü söndü hemen. Gerçek hayata dönüverdim ve adımlarımı hızlandırıp fakültenin merdivenlerini hızla çıktım.
Giriş kapısından girmeme dursun bir gürültü koptu iç dersliklerin birinde. Ne olduğunu anlamamıştım ama belli ki büyük bir har gür vardı içeride. Kafamı dahi çevirip bakmadan sınıfıma doğru adımlarımla hızlı bir şekilde ilerledim. Boş bulduğum ilk yere oturup hemen not tuttuğum minik cep defterimi çıkarıp gün içerisindeki tüm yarı zamanlı işlerimi saatleri ve adreslerini ayrıntılı bir şekilde sıralayıp aklımdan bir plan haritası oluşturdum. Her şey aklıma oturunca kafamı kaldırıp hocanın gelip gelmediğini kontrol ederken üzerimdeki garip bakışları es geçtim. İki hafta öncesindeki vize haftası yaşananlardan dolayı kimse bana yanaşmak hatta göz göze bile gelmek istemiyordu. Onları anlayabiliyordum o yüzden bana yanaşmayan kimseye yanaşma gafletine düşmedim.
Ders çıkışı hızlı adımlarla, kimseyle göz kontağı bile kurmadan fakülteden çıkıp gideceğim ilk iş yerine en hızlı götürecek otobüse biniverdim. Dinlenebileceğim tek yer bu otobüslerdi ve şansıma oturmaya tek yer bile yoktu. Derin bir iç çekip bir koltuk başında öylece dikiliverdim. Kulaklık her zaman kalabalık ortamlarda benim kurtarıcımdı bu yüzden hemen çıkarıp taktım. Telefonumdan günün döviz ve altın kurlarını kontrol ettikten sonra dünün ve sabah haberlerini kontrol ettim. Yaşanan ekonomik krizden en çok etkilenenlerden biri olan biz öğrenciler her sabah benim gibi haberleri takip etmek zorunda kalıyordu. Haberler çok da iç açıcı olmadığından telefonu kapatıp sessizce yanından geçtiğimiz dükkanları, manavları, kendince bin bir derdi olup da içine atan gariban insanları izledim. Yol da akıp gitti.
İşten çıktığımda saat dokuzu geçiyordu. Hava iyice soğumuş, karanlık bir kabus gibi çökmüştü şehre. Taktığım kulaklıkla yol boyunca sokak lambası yanıp sönen bir sokaktan ilerleyip otobüs duraklarının olduğu yere geldim. Önümden geçip giden arabalar otobüsler sanki bir tespihe dizilen boncuklar gibi birbirini izleyip bir sağa bir sola geçerken içimin bir çarşaf gibi düz ve sakin olduğunu hissettim. Bu bana sanırım huzur vermişti. Dudağımın kenarıyla gülümsedim ve kafamı yukarı kaldırıp gözlerimi kapattım. Derin bir nefes alıp verdiğimde sanki tüm yorgunluğum gidiverdi. Biraz dinlediğim müzikten biraz da havanın temizliğinden olacak sanırım sanırım kanatlarım olsa oracıkta uçuverirdim.
Evdeki sessizlik karşıladı beni kapıdan. Karanlık içinde kaybolan mobilyalarım beni göremedikleri için henüz karşılamamışlardı. Ayakkabılarımı çıkarıp ışıkları açtım. Sessiz ve soğuk evim her zamankinden biraz daha güzel gelmişti bana o an. Girip başımı koyabileceğim bir evim vardı. Renksiz de az eşyalı da olsa benimdi ve her akşam yorgun bir şekilde geldiğimde beni kucaklıyor her sabah okula çıkarken beni kapıdan yolcu ediyordu. Üstümü çıkarıp elimi yüzümü temizledikten sonra yorganımın altına girip o gün yaşadığım her şeyin bir kritiğini yapıp gözlerimi kapattım. Yarım saat sonra soğuktan uyanınca yorganımın üzerine örtmek için bir battaniye örtmek için kalktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NANE LİMON KABUĞU
General FictionSanırım büyümekle ilgili kabullenmesi en zor şey iyi insan olmanın sandığım kadar kolay bir şey olmamaya başlamasıydı. Geçip giden yıllarda insan kendisini akıntıya ters akan nehrin içinde kürek çekerken buluyor. Akış bazen lehine bazen aleyhine işl...