Dönüş...

257 32 14
                                    

Bu yorgun bedenle bir savaşa gireceğimi düşündükçe, içler acısı halime gülmeden edemiyordum. Yollar bile gülüyordu halime anlaşılan. Rum kilisesi yakınında arızalanan köy minibüsü, bu bölgenin laneti olan aralıksız yağmur bile gülüyordu. En son 7 yaşındayken ayrılmıştım bu topraklardan. Daha doğrusu, vicdansızca sürmüşlerdi bizi. 34 öğrencili köy okulunda ilk senemdi. Okulu öyle çok seviyordum ki; biraz da beni oradan, öğretmenimden, arkadaşlarımdan kopardıkları için öfke doluydum onlara. Bir insanın köklerinin salındığı topraklara öfke duyması ne kadar da acınası değil mi? Sudan sebeplerle çıkan bir meydan kavgasını ayırmaya çalışan babamı öldürdükleri yetmezmiş gibi, bir de anneme ettikleri kirli iftiralarla yerimizden yurdumuzdan etmiştilerdi bizi. Uçkur davasına düşen kocalarının erişemedikleri anneme attıkları kire bulandı kadınlar. Bir kadının hayatını kendi elleriyle kararttılar. 

Köye yaklaştıkça daha da artıyordı öfkem. Burada kalacağım süre boyunca tek ihtiyacım olan şey ise sabırdı oysa. Onların yüzüne bakıp da annemin acılarının sebebini gördüğüm her gün, cehennem azabından farksız geçecek biliyordum fakat, annemin ruhunun rahat uyuması için bunu yapmak zorundaydım. Yoksa bu koca dünyada kendimi dinlendirecek yer bulamayacağımdan emindim.

Eski minibüsün çamura saplanıp kalması yetmiyormuş gibi, az önce de bir kilometre ötede büyük bir heyelan olduğu haberi gelmişti. Benimle birlikte köye çıkan yolculardan isyan sözcükleri çoktan dökülmeye başlamıştı bile. Bu coğrafyanın belki de en belirgin özelliği; insanlarının her an celallenmeye hazır olmasıydı. Çözüm üretmek yerine problemleri aşılmaz yapmalarıydı biraz da. Her şeyimle bu coğrafyanın ferdi olmama rağmen, soğuk kanlı durmayı, dişimi sıkmayı, dayanmayı öyle zor yollardan tecrübe ettim ki, şu an gözlerimin önünde birbirlerini yeseler gözümü bile kırpmam, sadece seyrederim. 

Bu bölgede çobanlık yapanların yağışlı havalarda sığınmaları için serender tarzı bir yapı inşa etmiş olmaları, bu yolculuğun iyi sayılabilecek tek yanıydı. Bu sayede en azından yolcuların içinde bulunan çocuklar olumsuz etkilenmeyecekti. Soğuktan kızaran yanakları, bembeyaz tenleri ile masumluğun timsali gibiydiler. Fakat diğer kadın ve adamlara asla güvenmiyordum. Kim bilir içlerinden hangisi anneme dil uzattı ya da yapılan zulme sessiz kaldı? O yüzden, bu köyde yaşayıp da yaşı 40'ın üzerinde olan herkese karşı yıkılmaz duvarlarım var. 

"Kizum de bakayum kimlerdensun, necisun? Ha buraya niya geldun?"

"Yeşilyurt köyünün yeni öğretmeniyim teyze, buraya atandım."

" He mii, hoş geldun sefalar geturdun. Adun nedu de bakayim bana."

"Adım Hayat teyze, Hayat Yılmaz."

"Nerelisun? Yalanuz mi kalacasun ha burada? Yok mi kocan, anan, baban?"

"Yalnızım, yok kimsem. İstanbulluyum ben."

"Ne edecesun kizum, herkes dalli budakli olamayi. Rabbum eyi görecekler nasib etsun."

"Amin teyze, amin."

Her ne kadar içimden gelmese de, buraya geliş sebebimi belli etmemek için bu sıkıcı ve sorgulayıcı muhabbete doğal yaklaşmalıydım. Onlara aslında ne kadar beş para etmez, vicdan yoksunu, günahkar varlıklar olduklarını göstermek için, hikayeme dair ser verip sır vermemeliydim.

Havanın kararmasına yakın ilçe tarafından bir jandarma arabası ve bir de boş minibüs geldi mahsur kaldığımız bölgeye. Araçtan inen biri rütbeli, diğeri erbaş iki kişiden rütbeli olan; servis şoförünün yanına giderek bir şeyler söyledi. Yolcuların aralarında yaptığı konuşmadan anladığım kadarıyla şoför, aynı zamanda köyün muhtarıydı. Jandarma komutanı her ne dediyse art arda teşekkür etmeye başladı. Bütün bu konuşma boyunca komutanın sırtı serender altında toplanan yolculara dönüktü. Şoföre söylediklerini bize de söylemek için dönünce kısa bir an bakışları bana takıldı. Sanırım o kalabalığa ait olmadığım, bu sisli havada bile belli oluyordu.

PATİKAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin