Anlattıklarınız kimseyi ilgilendirmese de, sırf onları anlatmaya ihtiyacınız olduğu için dilinizin bağını çözersiniz bazen. Her ne kadar yalnızlığı tercih etmiş gibi görünsem de, ister istemez her sağlıklı insan gibi birileri ile iletişim kurma ihtiyacı duyuyordum.
Yaklaşık yarım saattir karşılıklı oturduğumuz halde tek laf etmeden, anlaşmış gibi sustuğumuz yüzbaşı ile bir şekilde bir sohbet konusu bulmaya çalışmam da bu yüzdendi. Fakat bir şeylere öyle dalmıştı ki, değişen yüz hareketleri ve sıkıntılı solukları ile kendi içinde derin bir muhasebede olduğunu fark etmeniz kaçınılmazdı. Ancak o adamın kim olduğunu öğrenmek için sabırsızlanıyordum.
"Sizi yaralayan kimdi yüzbaşı? Ali çavuşa tasvir ettiğiniz eşkal benim gördüğüm kişiye uyuyordu. Aynı kişi olmaları yüksek bir ihtimal sanıyorum. Kaçak bir avcının bir askeri yaralamaya cesaret edebileceğine bir türlü aklım ermiyor. Sanki başka bir durum var gibi."
"Merakını anlıyorum Hayat öğretmen ama bu artık adli bir vaka. Size bu konuda bilgi vermem uygun değil. Kaldı ki ben de şimdilik sadece sizin bildiğiniz kadarını biliyorum."
"Epey kan kaybettiniz, dinlenmeye ihtiyacınız var. Üstelik bir şeyler de yemediniz."
" Bu saatlerde pek bir şeyler yiyip içme alışkanlığım yok. Üstelik karargahtan her an haber gelebilir. Ama siz benimle beklemek zorunda değilsiniz. "
"Ziyanı yok, uykusuzluğa alışkınım. Hem durumunuz pek iyi değil, bir şeye ihtiyacınız olabilir."
"Sanmıyorum ama siz bilirsiniz. Zaten bir kaç saat sonra sıhhiye subayları gelip alırlar beni. O adamın da uzun bir zaman buralarda gezebileceğini sanmıyorum. Zaten izini bulursak ağır bir ceza alacak."
"Umarım bir an önce bulunur. Yani ne sebeple böyle gizemli hareket ettiğini bilmiyorum ama tehlikeli biri olduğu kesin. Bir kanun kaçağı olabilir mi?"
"Belki de. Koğuşturma tamamlanmadan bunu bilemeyiz."
Hem haklıydı hem de üstü kapalı konuştuğu için sinirlerimi geriyordu. Ama evimde bir arada kalmak zorunda olduğum yabancı bir adamın üzerine ne kadar gidebileceğimi, durumu nereye kadar sorgulayabileceğimi, onun tepkilerini kestiremediğim için ne yazık ki bilemiyordum. Ben de sıradan bir sohbet açmaya karar verdim.
"Burada görev yapmaya başlayalı epey oldu sanırım. Çevreden sizi tanıyan kişi çok."
" İki yıldır buradayım. Sürekli devriye gezdiğimiz için halkla iletişimimiz de yoğun oluyor haliyle. Peki siz? İlk görev yerinizdi bu köy, yanlış hatırlamıyorsam."
"Evet ilk görev yerim. Karadeniz'i oldum olası merak etmişimdir. Tayinimin buraya çıkması büyük şans benim için."
"Peki aileniz? Onlar İstanbul'da mı yaşıyor?"
"Babamı çok küçük yaşta kaybettim. Annem öldüğünde ise henüz 16 yaşındaydım. Çok yakın bir ahbabımız ve ailesi büyüttü beni. Ne annemin ne de babamın yokluğunu aratmadılar. Tek yakınım onlar anlayacağınız. Doğma büyüme İstanbul'lular. Peki siz aslen nerelisiniz?"
"Annem de babam da Giresunlu. Uzaktan akrabaymışlar zaten. Anlaşmış ve evlenmişler. İki kız kardeşim var, ikisi de İzmir'de okuyor. Annem ve babam da köye yerleşip kendilerini bağa bahçeye verdiler. İzin zamanları gidip geliyorum ben de."
"Yine de şanslısınız. En azından aileniz hayatta ve size yakın. Umarım hiç ayrılmazsınız."
Son sözlerimi söylerken yüzüne bakamamış ve dolmak üzere olan gözlerimi saklamıştım. Annemi kaybettikten sonra kimsenin yanında ağlamamıştım ben. Ağlamayı zayıflık olarak gördüğümden değil, başkalarının üzerimde acıma hakkı iddia etmesindendi çekincem. Yoksa doyasıya ağlamaya yoğun bir ihtiyaç hissederdim bazen. Sanki içimi sıkan, zihnimi yoran bütün irin göz yaşlarımla akıp gidecek gibi gelir ve akmadıkça da oldukları yerde amansız sızılara sebep olurlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PATİKA
General FictionAilesine ödetilen haksız bedellerin intikamını almak için geri dönen yalnız bir kadının, kendi bedellerini ödediği bir hikaye. Ölümcül bir hastalık olarak nitelendirdiği aşkın pençesine düşünce nasıl mücadele edecek? Hayat'ın hikayesi başlıyor...