Bu bölüm Hafsanur karakterinin bakış açısından yazılmıştır ve final bölümünün devam niteliğinde olmuştur.
Sesler vardır, hiç unutulmayacak ve daima kulakların da en mutlu anında bile kabusun olabilecek sesler. Gülüşler vardır, bir zamanlar mutlu anların şahitliğini tutmak adına kendini gizler ama o gülüşün kaynağı solduğu an dünyanın en buruk hatırası kalırdı... Hicran. Çocukluğumun en anlaşılmaz sırrı arkadaş kelimesinin tanımıydı benim için. Küçüklükten beridir anne kavramı hayatında yoktu, çok üzülürdüm ama belli etmemek için kırk takla atardım. Babası hep soğuk bir adam olmuş kafasını işiyle bozmuştu. Aslın da babasını anlamazdım ama büyüdükçe ve çocuk sahibi olunca bazı şeyleri kavrayabildim. Bir evde anne kavramı olmayınca aile olunmuyordu aynısı baba içinde geçerliydi ve ben bu geçerliliği en yakın arkadaşımın gözlerinde zamanında çok görmüştüm. Hicran çocukluktan beridir yara alsa dahi çok güçlü ve hayata bağlı bir kızdı. O her şeye rağmen dudakların da kocaman tebessüm taşır siyah saçlarını da çok ama çok severdi. Ama onun dudakları gülüyorken bile gözlerinin içi doluydu o yeşil gözleri asla annesi gittiğinden beridir gülümsemedi. Bunun yanı sıra küçük mahallemiz de teyzelerin yaptığı dedikodular da biz oyunlar oynarken kulaklarımıza dolardı...
" Görüyor musun kadın bir adam için çocuğunu da kocasını da bırakmış gitmiş ne günlere kaldık "
Bu sözleri küçüklükten beridir onunla birlikte duymak benim bile canımı yakardı ama belli edemezdim.
" Böyle kadınlar kendi keyfinin derdi için çocuklarını bırakarak kaçıyor Allah akıl versin gerçekten şimdi o kız çocuğuna ne olacak? "
Ah hicran...
Keşke bu kelimelerin hepsini duymaman için engelleme gücüm ya da sihirim olsaydı, kendi dileklerime önem vermez senin için bunu yapardım. Keşke arkadaş olarak onun güzel yeşil gözlerine daha da çok destek olabilseydim, ama hicran hep aramıza sınırlar çizdi özellikle anne konusunda. Bu sınırı geçebilen kimse olmadı. Serhat abi bile. Serhat abi demişken, onunla arasında olan bağı hiç bir zaman çözememiştim ona bu kadar değersiz ve onu görmeyen bir adama bu derece bağlı olmasını asla anlayamazdım. Onlar hep yan yana gelince abi kardeş gibi dururlardı hiç bir zaman iki aşık gibi birbirlerine ne yakıştılar, ne de öyle olabildiler. Eğitim için başka bir şehre gitti, orada her şeyin tam tersi ve kendi karakterinin tam tersi olan bir çocuk hayatına izinsiz giriverdi...
Bu çocuktan bana hiç bahsetmedi ama Serhat abiye olan kademe kademe biten duygularından, hayatına birisinin izinsiz girdiğini anlıyordum. O kadar aptal değildim arkadaşımı çok iyi tanıyordum bir gün oradan İzmir'e geri geldiğin de elinde ki kek kabından gözlerini hiç ayırmayarak hüzünlenmişti. Merak ediyordum böylesine basit bir kek kabı neden onun yeşil gözlerine bu kadar acı veriyordu? Neden sadece gelene dek o kaba bakmıştı anlamamıştım. Ama eve geldiğimiz an bütün her şey rayına oturarak ana hikâye meydana çıkmıştı. Refhan... Bu isim onun resmen yıllar boyunca aradığı şifa kaynağı kendine ait özel çiçeklerle donatılmış gizli bahçesiydi. Bu çocuk tüm çizdiği sınırları umurunda dahi olmayarak çiğnemiş ve yüreğinin tam ortasında olan anne yarasına ilişmişti. Bu çocuk onu yeniden hayata döndüren bir alandı sanki. Ama hicran henüz buna o zamanlar çok kördü, bir zamanlar şikayet ettiği abisine dönmüştü ama ben bu hikâyenin böylece kör olmasına izin veremezdim. O sabah konuştum yüzüne karşı her şeyi demiştim biraz kelimeler ağır oldu ama bunun farkına böyle varması gerekliydi. Haklıydım da sonunda kör olmaktan vazgeçti ve şımarık adamına koştu. Nereden bilebilirdik ki o şımarık adamla imkansız kelimesinin bile bir tık üstü olacağını. Serhat abinin tam tersine arkadaşım o adamla bir araya gelince, yan yana durunca durmasa bile dahi dudaklarından onun ismi dökülünce öylesine bir his oluşurdu ki. Sanki çok eskide kalmış ormanın en derinliklerinde bir yerde kalenin tepesinde oturmuş, rüzgar yanaklarını okşarken saçların bile bu havaya kapılarak dans eder ve bu umurunda bile olmaz Hicran ve Refhan'ın masalsı hikayelerinin acı müziğini dinlerdin. Öyle bir aşktı ki bu ne destanlara ne de o kalenin duvarlarına sığmazdı. Şiirlerden birbirlerine olan sevgileri taşar kelimeleri kendi aşk denizlerin de boğarlardı. İşte o denizde Romeo önce boğulan oldu, Juliet ise Romeo'nun kederinden aklını yitirerek o denizin hırçın kollarına kendisini bıraktı. Hiç korktuğunu sanmıyorum eminim o denizin hırçın kolları ona Refhan gibi geldi. Romeo ve Juliet'i sonunda kavuştu ama bu kavuşma öyle bir acının yazgısıyla son buldu ki, hikayeleri dilden dile dolaştı İstanbul onların aşkının anlamıyla daha da anlam bularak kendini resmen şımarttı. Bir aralık gecesi arkadaşım benden sonsuza dek koptu. Bir aralık gecesi Hicran kendini öldürecek cesareti buldu. Yeni yıl geldi, yeni yılın ilk karı Refhan ve Hicranın yan yana olan mezar taşlarının üzerinde kendini buldu... O gün hâlâ aklım da bir kabus gibi kendini korumaya hep devam etti...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖMÜLÜR 3
RomanceAcılı aile geçmişim ve bunun getirdiği travmalar sonucu kök salmış bir saplantılı sevgi, bu zehirli köklerin içerisine düşmüş bir çift ela göz ve buna direnen ben. Duygu karmaşıklığının içerisinde kalan kalbim onun ismini haykırırken ölümünün kucakl...