mahvolmuştu. yerle yeksan olmuştu. buz gibiydi. her şey biraz daha dağınıktı. uçurumdan geriye kalan bilinmezdi, derindi ve hepsinden çok yok olmaktı. göz yaşları sicim sicim yanaklarından akarken sadece birkaç adım kalmıştı. omzunun üzerinden ardında kalan kısa saçlı kadına baktı. orada öylece duruyordu. oysa ki atlayıp düşmek gibi bir arzusu yoktu. tutulmak, tutunmak ve var olmak istiyordu. ama evren mahvolmuştu, denizse kayıptı. kurtulmak imkansızdı artık.
***
ben dediğim şey biraz da aykırılıktı. savunmasızlıktı. belki de körü körüne kendi sonuna yürümek değil, koşmaktı. ben dediğim şey koca bir oyuktu, çözülmez düğümlerdi, acıydı, karanlıktı. fakat bunlardan ziyade ben dediğim şey, kendi arzularının kurbanı olan zavallı bir kadındı.
siyah renginin hakim olduğu, deri kaplamalarıyla insanda rahatsız bir his bırakan o toplantı odasında yine bir olmaktan çok, yüzlerce parçaya bölünmüştük. her dudak darbesinde olmak istediğim kadından biraz daha uzaklaşmış ve kendime yabancılaşmıştım. fazla vaktimiz olmamasına rağmen birbirimizin tadına bakmak için canhıraş mücadele etmiştik. bir olmak, beraber olmak ifadeleri seulgi ve benim için doğru kavramlar değildi. biz birbirini tüketen, daha kurnaz olanımızın hayatta kalacağı bir oyunun içindeki iki kadındık.
ona karşı içimde sonsuz bir arzu vardı. o günden sonra denk geldiğimiz her köşede, her odada isteklerimizin esiri olmuş ve dudaklarımızda can bulmuştuk. dün beni odamda sıkıştırmış, dakikalar içinde benden ne alabilirse almıştı. soluklanmak adına benden koptuğu birkaç dakikalık anda odamın kapısına vurulmuştu. o anın heyecanı sanki tekrar yaşıyormuşum gibi gönlümde kanatlandığında sırıtmadan edememiştim. belki de deli cesaretiydi ya da beklentilerimin sadece kang seulgi'den oluşmasından kaynaklı bir boş vermişlikti. bu her neyse durağan hayatımın eğlencesi, heyecanı ve rengi olmuştu. kabul etmekten kaçınsam da kalbimde filizlenen o heyecan, zihnime her düştüğünde dudaklarımın gerilmesini engelleyemiyordum.
aramızdaki cinsel çekim karşı gelinemeyecek şekilde söz konusuydu. fakat bundan arta kalan hisler neyin nesiydi bilmiyordum, bilmek istemiyordum. yakalanmaktan korkmuyordum fakat adlandıramadığım bu hislerden ölesiye korkuyordum. patronumun eşiyle yaşadığım bu gizli saklı ilişkiden utanmıyordum fakat bu hislerden tüm zerremle utanıyordum.
ben dediğim şey biraz da saçmalıktı ama önemi yoktu. kang seulgi vardı.
düzenlediğim evrakları tekrar hızlıca gözden geçirip koşarcasına odamdan ayrılmıştım. soo-young yerinde yoktu ve bu derin bir nefes almama neden olmuştu. her gün seulgi'nin yanına gitmek için bir bahanem oluyordu ki bunlar çok da normal değildi. seulgi'den önce teslim etmem gereken çoğu şeyi soo-young aracılığıyla hallediyor, mecbur kaldığımda bay kang ile bir araya geliyordum. şimdilerde her soluğu bu odada alıyor olmam elbette soo-young'ın gözünden kaçmamıştı fakat bir şekilde hallediyordum.
vakit kaybetmeden kapıya birkaç kez ritimli olacak şekilde vurduktan sonra yoğun parfüm kokusunun hakim olduğu odaya girmiştim. yaklaşık on adım sonra nihayet bakışlarım, dizlerimi hiçbir şey yapmadan bile titreten koyu kahvelerle buluşmuştu. sol kulağında tuttuğu telefonda biriyle konuştuğunu anlamıştım. ses çıkarmadan karşısındaki koltuklardan birine oturmuştum. munzur bakışları üzerimde gezinirken gülümsemeden edememiştim.
o günden sonra her şey başkalaşmıştı. değişti diyemezdim çünkü içimde bir yerlerde her şeyi sorgulayan ve bu durumdan kaçmak isteyen kadın hala varlığını sürüyordu. fakat her şeye kulak tıkayan, kendini sadece arzuladığı kadının kollarına bırakan vurdumduymaz kadının varlığı, bir diğerinden çok daha fazlaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
goddess of pleasure ℘ seulrene
Fiksi Penggemarkalabalık kelimelere ihtiyacım yoktu. klitorisim bu kadın için yanıyor, en ufak damlasına ihtiyaç duyuyordu. © kang seulgi + bae joohyun