4.Bölüm "REVİR"

49 5 1
                                    


Kapıdaki korumaya kimlik gösterip, sallana sallana mekana girdik, bu konuda rahattım çünkü lise son olmama rağmen 19 yaşındaydım, bir sene geç yazılmıştım okula.

Tanıdık yüzlerin olduğu uzun masayı gözüme kestirdiğim gibi yanlarına adımladım. Bizi gören Arda "Abim, gelmişsiniz" göz devirip "Geleceğiz dedim ya birader" gülüp, uzattığı elli sıktım.

Diğerlerin de ayağa kalkmasıyla tek tek onlarlada tokalaştım. Boş sandalyelere yerleşip, etrafı incelemeye başladım. İçeride oldukça loş ışıklar vardı, kırmızı ve siyah renkler baskın kullanılmıştı, ayrıca sahnenin masaların tam karşısında olması da güzeldi.

"Nasılsınız beyler?" en aklı başında olanımız Mihranın konuşmasıyla masaya döndüm, Göktuğ "İyiyiz abim sen nasılsın?" dedi, bu efendi hallerine istemsizce dudağım kıvrılmıştı.

Mihran "Eyvallah kardeşim" dedi sevecen bi şekilde. Garsonun masaya yaklaşmasıyla sessizlik oldu "Ne istersiniz efendim?"

Herkes anında bakışlarını Mihrana çevirmişti, bu duruma hafif gülüp "Donat kardeşim masayı, meze neyin getir. 70'lik rakıyı da eksik etme" gülümseyip "Tabiki" dedi.

Önlüğünün cebinden kağıt, kalemi çıkarıp masaya bıraktı "İstek parçanız alayım" uzanıp kağıt, kalemi koyduğu yerden aldım "Bekle aslanım"diyip hızla kağıda (Zakkum - Anason) yazdım, ardından garsona uzattım, başını sallayıp aldı.

"Başka bir isteğiniz var mı efendim?" olumsuz anlamda kafamı sallayıp "Yok kardeşim gidebilirsin"

Masada muhabbet koyulaşırken yavaştan kafalar uyuşmuştu, tabi Göktuğ hariç o meyveli sodasını içip içip geğirip duruyordu.

Bardağımı doldurup havaya kaldırdım "Fondip!" herkes bardağını havaya kaldırıp birbirleriyle tokuşturdu, en çok sarhoş olanımız,

Murat "Sevipte kavuşamayanlara" dedi zar zor konuşarak, bu haline gülerken aynı anda dikledik içeceklerimizi. Duyduğum tanıdık melodiyle gözlerimi sahneye çevirdim, daha ilk girişinden kalbim teklemişti.

"Dokunsalar ağlayacaksın"
"Ama hiç dokunmuyorlar"

Ağırlaşan göz kapaklarmı yumdum, olduğum yerden soyutlanırken duyduğum tek şey sözlerdi. İçimi yakıyordu, bilmediğim belkide keşfetmediğim yerlere dokunuyordu şarkı.

Kafamı sandalyeye dayadım, iki büklüm şekilde dinledim sözleri veyahut içimi. Ne kadar öyle durdum bilmiyorum. Şarkıdan, şarkıya geçildi, bardaklar yenilendi, sohbetler değişti, ama ben halen olduğum yerde gözlerim kapalı bekliyordum.

Birinin gelip beni buradan çekip almasını. Gücüm yoktu kendim kalkmaya, ondandır ki bekledim. Ne saçma bir bekleyiş, ne aptalca.

Benim kimim vardı ki oysa? Çoğu zaman işlerinin arasında beni unutan bir anne mi? Ya da mezarlığının bile nerede olduğunu bilmediğim babam mı? Tek dostum dediğim, sürekli yük olduğum arkadaşım mı?

Bunlardan başka sıralayabileceğim hiçbir şeyim yoktu. Oturduğum masadaki insanlar ise bugün varlar, yarın yoklar.
Halime gülüp, gözlerimi açtım, doğrulup cebimden sigara paketimi çıkardım.

Gerçekler buydu sen kendini ayaklarının üstünde tutmazsan kimse seni düştüğün yerden kaldırıp ayaklarının üstüne koymazdı.

Sigaramı yakıp derince içime çektim zehri, beynime sancılar giriyordu. Kafamda oturtamadığım şeyler gün yüzüne çıkamaya başlamıştı. Ne kadar halının altına süpürsemde en savunmasız anımda yeniden yakalıyorlardı.

Bir tarafım geçmişimi kurcalamak istiyor, merak ediyor. Diğer yanım ise kendini bambaşka bi yerde bulmaktan korkuyor. Her ne kadar önceden bu konuların üzerine gitsemde günün sonunda pes ediyordum, belki de saf kuruntulardan ibaretti.

Ruh-u Revan |bxb|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin