"Hey, akşam Loravenne Club'a gidiyoruz! Sende gelmelisin Seon! Sakın yine ekme bizi."
Geç.
Baş parmağımla, yarım saat önce gelen bu mesaj bildirimini umursamadan yana sürükledim. Gitmeye niyetim yoktu, yorgunluktan ölüyordum. Telefonu kapatacakken parlayan ekranıma yeni bir bildirim daha geldi. Kız arkadaşımdandı, ne yazdığını okudum.
"Seon, sevgilim. Birlikte Loravenne Club'a gitmeye ne dersin? Herkes orada olacak."
Ah, Min Ji... Sende mi?
Elimi enseme atıp tırnaklarımla kaşıdım. Derin bir nefes alıp verdim, Min Ji'yi düşündüm. Kulübün ne kadar kalabalık olacağını ve tanımadığım insanlarla yaşayacağım tüm o teması da... Min Ji istediyse gitmek zorundaydım. Yani öyleyse gitmeliyim diye geçirdim içimden.
Yine de temas fikri rahatsız ediyordu. Göz devirip telefonumu sırt çantama attım. Hazır elimi atmışken de çantamın oldukça derinlerinde kalan paketimle çakmağımı çıkarıp Chesterfield sigaramdan bir dal aldım ve dudaklarımın arasına koydum. Paketi de çantamın derinliklerine geri soktum. Gecenin korkutucu karanlığından kaçmak için hızlı adımlarla yürüyordum boş sokakta. Yanımdan geçen arabaların farları önümü aydınlatmaya yetmemişti, bende ilerideki sokak lambasını gözüme kestirdim. Yolun biraz ilerisinde ışığı tek kendisine yeten bir sokak lambası vardı. Onun altına gelince durdum ve sigaramı aceleyle yakıp çakmağımı cebime sokuşturdum. Yorgunluktan düzgün düşünemiyordum bile. Sanki küçük bir çocukmuşum da sigara içtiğimi gören biri olur, beni azarlar diye tedbir amaçlı sağa sola baktım. Sonra bunu neden yaptığıma anlam veremedim tabii, zihnime saçma sorular yöneltip hiç birini cevaplamadan gülerek yoluma devam ettim. Sigaramdan bir nefes çektim içime. Karanlık artık korkunç değildi, ben de artık çocuk değildim. Sigarayı dudaklarımdan çekip dumanı üfledim gözlerimi ışığı yanan evlerde gezdirirken. Bazen hâlâ çocuk gibi hissediyordum sanırım kendimi. Oysa çoktan yirmi üçüme girmiştim. Tam iki ay önce.
Sırıta sırıta gelmiştim eve düşüncelerim yüzünden. İzmariti yere atıp cebimdeki anahtarımı aldım ve deliğe soktum. Tam çevirecekken kapı aniden açıldı. Anahtarımla birlikte benden uzaklaşan kapıya baktım, sonra da karşımda kaşları çatık duran ablama.
"Neden bu kadar geciktin?"
"Maç uzun sürdü."
Yüzüne bakıp en masum gülümsememi gösterdim inanması için. Kaşlarını kaldırdı, gülümseyip kapıyı sonuna kadar açtı.
"Gel hadi, en sevdiğin yemeği yaptım."
Anahtarımı delikten aldı, sonra kapıdan çekilip içeriye bir kaç geri adım attı. Başıyla gir hadi der gibi kısa bir hareket yaptı. Bende girip kapıyı örttüm arkamdan.
"Üzgünüm Hwa, hazırlanıp kulübe gideceğim. Min Ji çağırıyor."
Ablam tekrar kaşlarını çatarak bana baktı. Kahve gözleri o kadar koyu bir renkteydi ki ne hissettiğini asla anlayamıyordum, göz bebeklerini ayırt etmek imkansızdı çünkü. Bıkkınlıkla bir nefes verip anahtarı üstüme fırlattı. Hızla tuttum ve ona baktım.
"Gece yarısı mutfaktan ses duymak istemiyorum. Ayrıca, kendine dikkat et Seon Lee Kyung."
Gülüp başımı hafifçe salladım. Tam adımı söylediğinde o ciddi ve uyarıcı dili anlıyordum en azından.
"Hay hay efendim!"
...
Gözlerimi kısıp girişteki mor ışıklı, özenle yazılmış "LORAVENNE" yazısına baktım. Aslında tam olarak baktım diyemem çünkü her salise gözlerimi daha da yakmayı başarıyordu ışık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aurá | (+18)
Teen FictionSanki cennetten atılmış, kanatlarımın üstüne düşüp kırmıştım yere çakılınca. Affedilmez bir günah işlediğimden değildi bu kovuluş, ben bilmeden şeytanın tohumuyla doğmuşum. ... "Hayatım cehennemden farksız! Tanrı meleğini kovalı çok oluyor..."