Aurá'nın garip bir evi vardı. Sanatçı ruhuna kıyasla çok boş geliyordu bu ev bana.
Liseden beri tanışıyoruz onunla. İlk senemizde yakınlaşmaya başladık. O zamanlar gördüğüm en komik insandı diyebilirim. Yaptığı her şaka beni kendimden geçirirdi ve karnımız ağrıyana kadar birlikte gülerdik. Zamanla yaşadığı hayatın onu ne kadar zorladığını kendi gözlerimle gördüm. Evden atıldığında on beş yaşındaydı ve annesi ondan nefret ettiğini söylediğinde de on altı. Yine de o hep güçlüydü, mesela tüm bunlara rağmen biz ilk sigaramızı yolda gülerek içmiştik. Onun yüzünden biseksüel olduğumu anladığımda hayatımın en boktan aşklarından birini yaşamıştım. Bir kaç kez kavga etmiştik onunla, benimle tekrar konuşmak istediğini bir arkadaşımıza ağlayarak anlatmıştı. Şöyle bir baktığımda, o hâlâ benim aptal dostumdu. İntihara kalkıştığı her gece göğsüme çekip ağlamasını dindirmeye çalışmıştım. Ben ölmek istemiyor muydum? Hayır, en az onun kadar istiyordum. Ama Aurá ve ben bu dostluğa sahipken ölmek nankörlük etmekti.
"Yeterince sönük bir ışığı, karanlık olmadan göremezsin.
Ve gördüğünde karanlığın varlığını unutursun.
Ama o hep oradadır.
'O bir ışık ve ben karanlığım.'
..."Aurá'nın biraz önce okuduğu, aklımda kalan satırlardı bunlar. Sesi titremişti ve şimdi sesli okumuyordu satırları. Bende fark etmemiş gibi yapmaya karar vererek gözlerimi evin duvarlarında gezdirmeye başladım. Duvara asılmış yeni tablosuna kaydı bakışlarım. Yine denizi çizmişti. Ne zaman zihnindeki karmaşaya son vermek istese denizi çizer, dertlerinin ucuna bir taş bağlar ve o denize bırakırdı. Ama bu tabloda bir şeyler tanıdık geliyordu.
"Daha önce çizmiş miydin bunu?"
Koltuğa oturmuştu. Elindeki kitabın sayfasını usulca çevirdi ve yüzüme bakmadan o alaycı ses tonuyla arkadaşı değilmişim gibi konuştu.
"Evet, ilk seferinde gemiyi yakmıştım. Ama geminin gideceği bir limanı ya da varlıklı yolcuları yoktu. Bu yüzden kimse fark etmedi. Bende denizi yakmaya karar verdim."
...
"Hey Vann, dışarı çıkacağım. Burada mı kalacaksın?"
Geldiğinden beri evimin duvarlarıyla uğraşan, tablolarıma göz koymuş Vann'a bakıyordum. Hepsiyle teker teker dalga geçmişti biraz önce. Ama o kısa ciddi konuşmamızdan sonra buna hakkı olduğunu düşünüp sesimi çıkarmadım.
"Hayır, hayır... İş yerime gidiyorum. Bilirsin, patron olmak zor." Gülümseyip gözlerimin içine bakmıştı şefkatle. Aynı yaşta olsak bile babasının şirketinin başına geçtikten sonra bana abimmiş gibi davranmaya başlamıştı. Hoş, biz hep böyleydik ama şimdi daha çok hissediyordum bu tavırlarını. Gülüp kapıya ilerledim ona aldırmadan, evden çıkmadan önce baktım son kez.
"Hâlâ anahtarlarımın sende olduğunu biliyorum, kaybetme."
"Onlara gözüm gibi bakacağım."
Kapıyı çekip çıktım evden gülümseyerek. Vann benim en yakın dostumdu ve beni böyle ziyaret ediyor olması kalbimi ısıtıyordu. Üniversitede birlikte yaşama hayalimiz vardı bir de ama işler pek istediğimiz gibi gitmedi tabii, yine de o mutluydu ve bu bana yeterdi.
Arabama binmiş ve evden biraz uzaklaşmıştım ki bilinmeyen bir numara aradı. Bir süre baktım telefona, sonra açmanın bir zararı olmayacağını düşündüm.
"Alo?"
"Aurá, ben Seon. Numaranı Min Ji'den aldım."
Seon?
"Pekala, bir şey mi oldu?"
"Ah, aslında onunla buluşacaktık ama işi çıktı. Bende maça gideceğim ve sorun şu elimde güllerle kalmış durumdayım. Maça bunlarla gidemem, konum atabilir misin? Min Ji sana bırakabileceğimi söyledi."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aurá | (+18)
Teen FictionSanki cennetten atılmış, kanatlarımın üstüne düşüp kırmıştım yere çakılınca. Affedilmez bir günah işlediğimden değildi bu kovuluş, ben bilmeden şeytanın tohumuyla doğmuşum. ... "Hayatım cehennemden farksız! Tanrı meleğini kovalı çok oluyor..."