Şaşırdı. Yanlış anlamıştı. Sinir dolu bakışlarına rağmen hiçbir şey yapmadı Amane'ye. Sakura falçatayı getirdiğinde, sargılı olan bacağının sargısını kesmişti. Ardından da yenisiyle değiştirmişti. Ne yapacağını bilemedi. Bu yumruğun karşılığını verecek miydi? Şimdilik öyle görünmüyordu. Fakat bekliyordu. Ne zaman karşılığını vereceğini.Birkaç dakika sonra, Tsukasa eski neşesine geri dönmüştü. Mandalina traş etmek gibi şeyler konuşuyordu Natsuhiko ile. Amane ise odasında, başını cama yaslamış dışarıyı seyrediyordu. Yağmur yağmaya başlamıştı. Pıt pıt cama düşüyordu taneler. Yağmur bulutları yüzünden hava kararmıştı. Bir gök gürültüsü işitti aniden. Beyaz bir ışık yüzüne yansımıştı. Camdan duygusuzca ağaçlara bakınırken duygulanır gibi oldu. Ağlamaktan bıkmıştı artık. Gözleri dolmamıştı zaten. Gözlerini kapattı. Yağmurun sesini dinlemeye başladı.
Yağmur sesi, huzur vericiydi...
Tıpkı Tsukasa'nın sesini dinlemek gibi...
Pürüzsüz, rahatlatıcı ses...
Çoğu zaman pürüzlü, çoğu zaman da pürüzsüz. Yağmurun pürüzsüz sesini yüksek gök gürültüsü bozardı. Bazen yağmur gibi huzur verici bir gök gürültüsü de olabilirdi. Tsukasa'nın pürüzlü hali korku vericiydi. Peki, ya rahatlatıcı bir pürüzlülük olursa? Mümkündü tabi. Fakat asıl soru, onu nasıl elde edeceğiydi. Eğer burada yaşamaya başlayacaksa, buraya ayak uydurmalıydı. Uydurmasını sağlayan Tsukasa olduğuna göre, Tsukasa'nın kendisine ayak uydurmasını sağlamalıydı. Yani tıpkı çatalı tabağa sürterken o çıkan pürüzlü sesin, pürüzsüz tarafını bulmaya çalışmak gibiydi. Kendi pürüzsüz tarafını ona gösterirse, belki araları iyiye gidebilirdi. Çünkü kendisi, Tsukasa'ya ayak uyduramazdı.Gözünün önünde desenler görmeye başladı. Suya damlatılmış boya damlasına benziyordu tıpkı. İnsan şeklini aldı. Ardından kafası bölündü. Bedeninden ayrıldı. Başını kaldırıp ellerine bakındı. Kan içindeydi. Yerde de bir ceset. Kafası bedeninden ayrılmış yerde yatan beden, Tsukasa'ya aitti. Sağına döndü. Fincanlar. Bazıları yere düşüyor, içindeki yeşil çayla birlikte yere saçılıyordu. Kırılan bardaklardan birinin içinden kan çıkmıştı. Hızla kendisine doğru geliyordu. Kanın damarlanmaya başladığını görünce hızla koşmaya başladı. Siyah kandı bu. Birden yer çatladı. Bir suyun içine düştü. Mavi, canlı bir su. Büyük baloncuklar. İçinde anılar. Kardeşiyle birlikte oldukları eski, neşeli anlar.
Tepeden bir baloncuk geldi eline. Küçük bir baloncuk. Anılarını yansıtmıyordu. Normal bir baloncuktu. Bedeni gevşedi. Nefessiz kaldığını anladı böylece. Yavaşça suyun derinliklerine iniyordu. İşte o an, suya biri girdi. Bir sürü baloncuk oluştu suda. Hayranlıkla izliyordu onu. Suya giren kişi kardeşinin ta kendisiydi. Yüzünde büyük bir korku. Ağzı açıktı. Derine inmeye, kendisine ulaşmaya çalışıyordu. Kıpırdamıyordu kardeşine karşın. Elini yavaşça Tsukasa'ya uzattı. Tebessüm etti. Sanki gideceğini biliyormuş gibi. Fakat kardeşinin çığlığı, onu tebessüm eden suratından ayırdı.
-Amane, meyve suyu getirdim. İster misin?
Tıklattı, seslendi. Ama yanıt alamadı. İçeriye girdi bu yüzden. Kardeşi yerde otururken balkon camına başını yaslamış, uyuya kalmıştı. Sessizce kapıyı kapattı. Yere, kardeşinin yanına oturdu. Elindeki buzlu meyve suyunu yere koydu. Ardından bedenini kardeşine çevirip izlemeye başladı onu. Başını cama yasladı. Gözlerini çehresine kenetledi. Sessizce. Bir süre boyunca.
Fazla durunca dikleşti. Ayağa kalkacaktı ki eli meyve suyuna değince irkildi. Tekrar yerleşti. Meyve suyunu seyretmeye başladı. Bardağı eline aldı. Ardından dudağına dayayıp içmeye başladı. İçti derken, yutmadı. Ağzına doldurdu. Bardağı yere koydu. Kardeşinin yüzüne yaklaştı. Ve yaklaştı. Eliyle ağzını açtı. Ardından dudaklarını birleştirdi. Ağızdan ağıza meyve suyunu vermeye başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LANETLİ KAN 『Tʂυɱαɳҽ』
Misterio / SuspensoArdı kesilmeyen cinayetler, mağdurlar, fakirler... Hepsi bir kişinin eseri miydi? Hayır. Binlerce kişinin? Gördüğü tek şey o kandı. Merak ediyordu. Onu görmek istiyordu. Kanın kaynağını, geldiği yeri. Yarı karanlığın içindeki kişiyi. Belki psikoloj...