Kahvaltılık gevrek ve süt

38 8 8
                                    

Evimde yatağımla boğuştuğum bir gündeydim. Raporumun son günüydü ve artık toparlanmam gerekiyordu. Ama ben daha da kötülemiştim. Ellerim ve bacaklarım tutmuyor, geceleri ağlama nöbetleri ve anksiyete krizleri ile geçiriyordum. 18 saatlik bir uykunun ardından akşamın bir köründe kahvaltı yapacaktım. Ne zamandır yemek yemediğimi bilmiyor oluşum da ayrı bir ironikti.

Kendime hazırladığım şeye kahvaltı denemeye bin şahit isterdi. Pratikti ve yiyebildiğim nadir şeylerdendi.

Kahvaltılık gevrek ve süt.

Şuan bana iyi gelen tek şeylerdi. Bu ara cidden hiç iyi değildim. Ne uyuduğum saati biliyordum ne de dün ne yaptığımı. Bomboş yaşıyordum. Hissiz, sessiz ve tek başıma.

Gevreği yedikten sonra günlük kafein dozunu almak için kahve yapmıştım. İnanın artık kahve yapmak bile zor geliyordu. Titreyen ellerimden dolayı suyun yüzde otuzu dışarıdaydı.

  O an kahve yapmayı bıraktım. Kendime acımıştım. Titreyen ellerime baktım. Mahvettiğim tezgaha ve yarısı boş olan bardağa bakıyordum. Bir anda bütün her yeri yıkmak istemiştim. Yarısı boş olan bardak dahil tezgahın üstünde ne varsa hepsini yere indirmiştim.

  Yere çökmüştüm. Ne yaktığım elimi ne de kesilen baldırımı hissedebiliyordum. Ortalık birbirindeydi. Aynı benim kafamın içi gibi.

Kalktım ve aynada kendime bakmaya başladım. Bedenime eziyet ediyordum. İyice kilo kaybetmiştim. Göz altlarım ve göz çevrem mosmordu. Bacağım yanıyordu ve elimden yere kan damlıyordu. Bitmiştim. Ciddi anlamda.

  Bu acınası hale nasıl gelmiştim? Bu bedene nasıl sahip olmuştum? Cidden bu kadar iğrenç miydim?

  Saatlerce o aynanın önünde ağlamıştım. Kalkıp bacağıma pansuman yapmam gerekiyordu. Yaktığım elim cabasıydı. Hastaneye gidemezdim. Kendim bir şekilde halletmeliydim.

...

Zor bir şekilde de olsa dağıttığım dağınıklığı toparlamıştım. Asıl sorun kendimi nasıl toparlayacaktım?

Yürüyüş yapmak güzel bir fikirdi. Eylül ayının sonlarındaydık. Hava halen soğumamıştı. Üstüme aldığım basit bir hırka ile dışarı çıkmıştım.

Saatlerce yürümüştüm. Sadece düm düz yürümüştüm. Nereye geldiğimi, saatin kaç olduğunu bilmiyordum. Ama üşümeye başlamıştım. Geri dönmeliydim. Yarın okula gitmeliydim ve bu yüzden çok geç kalmadan yatmalıydım.

Geri dönüş yolunda yavaş yavaş yürürken yanıma yaklaşan hışırtı ile ürkmüştüm.

"Hey!"

"Evet?"

"Sen kafayı mı yedin bu saatte burada ne yapıyorsun?"

"Sadece yürüyorum."

"Kışa geçiş yapıyoruz nerdeyse, üşüteceksin."

"Üşümüyorum."

"Titriyorsun, buna inanmalı mıyım?"

"İnansan da inanmasan da ne fark eder? Niye beni oyalıyorsun? Sadece gitmeme izin versen olmaz mı?"

Bunları söylerken neredeyse ağlıyordum.

"Sen iyi olduğuna emin misin?"

"Değilim. İyi de değilim. Bitiyorum ve kimse fark etmiyor. Hem bunları sana niye anlatıyorsam."

Bana yaklaşıp sarılmıştı. Daha sonra sırtındaki ceketi omzuma koymuştu. Kendisi benden ufaktı fakat üstündeki cidden çok büyüktü.

"Bana anlatabilirsin. Seni böyle yoran neyse yükünü paylaşabilirsin. Seninle gelmemi ister misin?"

İlk kez bir yabancı bu kadar iyi hissettirmişti. Şimdide o yabancı ile el ele tutuşarak eve gidiyordum.

"Neden böyle oluyor? Neden hep yorulan taraf benim?"

"İnan anlayabilsem."

  Başladığımız sohbeti eve girmek için kesmiştik. Onun hakkında bir sürü şey öğrenmiştim. Küçük ve sevimli bir çocuktu. Kendisi Avustralyalıydı. Yeni gelmişti buraya. Hatta ilk günüydü de denebilir. İlk gününde benim gibi bir bela ile karşılaşmıştı. Adı Yongbok'tu.

Şuan evimde, kanepemde yatıyorduk. Her şeyi dinleyebileceğini söylemişti. Tanımadığım bir yabancının kucağında yatıyordum ve hayatımın tümünü sıkılmadan dinlemişti. Saçlarımı okşamıştı. Uzun süredir kimseden duymadığım ilgiliyi bu gün sokakta rastgele bulduğum bir yabancıdan görmüştüm. Tuhaftı. Ama son üç haftada en iyi hissettiren şeydi.

StarsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin