"Hey?" dedi derin, kalın ses. Gözlerimi açamıyordum, üstlerinde tonlarca kilo yük varmış gibi hissediyordum."Uyanır mısınız?" dedi aynı ses.
Aldırış edemedim.
Bana seslenen kişinin derince nefes çektiğini duydum, yanımdan gittiğini sandım fakat kolumda soğuk bir el hissettim. Demir gibiydi.
"Size diyorum. Adınız Gökçe sanırım? Gökçe hanım yardımcı olabilir misiniz lütfen?"
Adımı söylemişti. Masanın önünde duran plakarttan görmüş olmalı diye düşündüm.
Kolumu bir kaç kez dürttü. Dayanamadım, kafamı çizim defterimden kaldırdım ve karşımdaki kişiye bakmaya çalıştım ama olmadı. Gözlerimi açmak işkence gibi geliyordu. Her tarafım kasılmıştı, klimadan kaynaklı üşüyordum. Gözlerimi ellerimle ovuşturdum ve nihayetiyle karşımdaki, beni yaklaşık on dakikadır uyandırmaya çalışan kişiye baktım.Vay canına.
Karşımdaki adam, 'yunan tanrısı mı demeliyim emin değilim' bana baya sinirli bakıyordu, kaşları çatıktı ve çenesini sıkıyordu.
Lanet olsun. Tanrım sen bizi koru!
Adam her ne kadar sinirli baksada henüz bir şey demiyordu ben ise kendime gelmeye çalışıyordum, o sırada adamı biraz inceleme fırsatı buldum;
Üzerinde lacivert bir tişört, altında gri bir eşofman vardı, tişörtün kol ve omuz kısımları adamın kaslarını öyle güzel sarıyordu ki.Hayran kalmıştım. Tanrı bu adamı yaratırken özenerek yaratmıştı sanki.
Elini masamın üzerine koyup yüzünü bana doğru eğerek sessizce;
"Vay canına mı? Rüyanızda her ne gördünüz bilmiyorum ama sizi burada 15 dakikadır uyandırmaya çalışıyorum. Madem işinizi yapamayacaksınız neden kalkışıyorsunuz. Size burada uyuyun diye para vermiyorlar hanımefendi."
Bir saniye, bir saniye, bir saniye.
Birincisi bu kadar kaba olmasında ki sebep neydi? İkincisi ben sesli mi konuşmuştum? Üçüncüsü halka açık, 24 saat faaliyette olan bir kütüphanede çalışıyordum ve iki gündür uyuyamamıştım, buradaki suç benim değildi, burayı tüm gün açık yapandaydı!
Bir kaç saniye adamın suratına bakakaldım. Adamın suratında ilk dikkatimi çeken şey gözleri olmuştu.
Anneni yiyeyim o gözler ne öyle!
Yeşilin en güzel tonuna sahip gözlerine baktım bir süre, sonra orta büyüklükte, altı üsttekine kıyasla daha dolgun olan dudaklarına, hafif kavisli ama yüzünü tamamlayan burnuna, keskin çenesine... Adam beklemediğim bir anda yüzünü yüzüme biraz daha yaklaştırdığı gibi ayağa kalktım.
Dikkatim dağılmıştı.
Gözlerim masamın köşesinde duran dijital saati buldu.
04.04
Şaka mıdır?
Gözlerim adamı buldu, eski pozisyonunun aksine şimdi kollarını birbirine bağlamıştı. Bakışları yumuşamıştı biraz ama kaşları hala çatıktı. Aramızdaki boy farkı beni biraz korkutmuştu. Boyum ortalamadaydı bunu biliyordum ama bu adam kesinlikle ortalamayı yıkmıştı.
Başımı biraz kaldırdım ve o ormanın derinliklerini çağrıştıran yeşil gözlerine baktım.
"Kusura bakmayın ama ben burada tamıtamına iki gündür uyumudan, durmaksızın çalışıyorum. Bugün ise mesaim 6'da bitiyor." Dedim bir çırpıda. Adam suratıma sadece bakıyordu. Sanırım devam etmem gerekiyordu.
"Ayrıca gecenin körü, sabaha karşı geliyorsunuz. Kimse yok etrafta bakar mısınız?" dedim kollarımı açarak. Adamın gözleri etrafı taradı, kafasını bir kaç kez onaylar gibi salladı ve söze girdi.
"Kendiniz diyorsunuz 'mesaim 6'da bitiyor' diye ama mesainizin bitmesine 2-3 saat kala uyukluyorsunuz, bence burda bana suç atmak yerine kendinizi bir gözden geçirin. Ayrıca kimin hangi saatte geleceğine karışamazsınız. " dedi yanıma gelirken.
Hiç bir şey diyemedim, çok haklıydı. Gözlerim hala çok acıyordu, gözlerimi ovuşturdum. Derin bir nefes aldım ve geri verdim. Gözlerimi açtığımda ise adam tam karşımda duruyordu."Haklısınız. Özür dilerim." Dedim gözlerine bakarak.
"Önemli değil. Görünüşe göre zor bir zamandan geçiyorsunuz." Dedi ve sözüne devam etti "Her neyse bana istediğim kitapları verebilir misiniz?" Dedi bana yaklaşarak.
Neden yaklaşıyor lan?
"Tabi." Dedim, adam bana istediği kitapları söyledi ve kitaplıkların olduğu yere ilerledim. Teker teker kitapları verdim, benden 6 kitap istemişti. Dalga geçmiyorum 6 tane en az 400 sayfalık kitap. Hepside psikoloji, kişisel gelişimle alakalıydı.
Son kitap çok yukarıda kalıyordu. Uzanmaya çalıştım, kollarım yetişmiyordu. Biraz daha gerildim ve bir daha uzandım, bu sefer belim açılıyordu.Hemde baya açılıyordu.
Keşke yüksek bel pantolonlarımdan giyseydim, kahretsin.
En sonunda kitabı alabildim ve hemen arkamı döndüm, adam sadece bana bakıyordu.
İnsan bir yardım eder hayvan.
İç sesime hak verdim ve şunu söyledim;
"Çok sağolun yardım ettiğiniz için!" Dedim kitabı verirken, yüzüme sahte bir gülücük kondurdum. Kütüphanede ikimizden başka kimse yoktu o yüzden sesimi biraz yükseltmiştim."Yetişebiliyordun, bende yardım etme gereği duymadım. Sağolun." Dedi.
Çok soğuktu, çok. Hele ki o bakışları. Duygudan yoksun olan bakışları içimi dondurmuştu. Gereksiz söylediğim şeyden dolayı pişmanlık duymuştum.
Adam benim bir şey demeyeceğimi anladıktan sonra baştan aşağı bir kez süzüp arkasını dönüp ortalıktaki herhangi bir masaya geçti, aslında tam benim oturduğum yerin karşısındaki masaya geçti.Ben olduğum yerde kaldım bir kaç saniye, ne yaşadığımı idrak ettikten sonra sessizce;
"Harika!" Dedim kendi kendime ve masama geri geçtim. Dijital saate baktım.
04.56
Son bir saat. Ondan sonra eve gidip uyuyabilecektim. Tabi öğle dersleri 1'de başlıyordu yine tam istediğim gibi uyuyamayacaktım. Tanrıya şükürler olsun ki, kendi fakülteme yani mimarlık fakültesine yakın oturuyorum. Hemen yürüme mesafesinde. 12 buçukta uyansam bile yetişebiliyorum.
Elime kalemimi aldım. En son çizim yapıyordum. Yaparken uyuyakalmış olmalıydım. Çizimime devam ettim. Arada gözüm tam karşımda oturan adama kayıyordu. Ne tesadüf, göz göze geliyorduk.
1... 2... 3... 4...
4 kere göz göze gelmiştik. Her göz göze gelişimizde ben göz temasını bırakıyordum. Rahatsız edici bir şey değildi, aksine karnımda kasılmalar oluyordu. Normalde kolay kolay kimseden etkilenmezdim. Ama bu adamda bir şey vardı, beni ona doğru çeken...
Saate baktım.
06.00
Hemen eşyalarımı toparlamaya koyuldum aynı zamanda benden sonra çalışacak olan kişi çoktan gelmişti. Hem insanlarda yavaş yavaş gelmeye koyulmuştu. Bu bölgelerde çoğunlukla yaşlı insanlar ya da orta yaşlı insanlar oturduğu için sabahın erken saatlerinden itibaren çoğu kütüphane sakinleri doluşmaya başlıyordu.
Hava Eylül ayının başlarında olduğumuzdan aydınlıktı zaten. Soğuk ta değildi. Bir de kütüphanenin bulunduğu yerde çok güzel bir yerdi, yeşilliklerle, ağaçlarla doluydu. Kısacası erken gelmelerine şaşmamalıydık.
Çizim defterimi, kalemlerimi çantama koydum ve hızlı hızlı çıkışa ilerledim. Tam çıkacaktım ki,
"Dikkatli olun, ayrıca bu kitapları bugün burada bitireceğim aklınız kalmasın."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
WHAT YOU NEED ||
Teen FictionAnneni yiyeyim o gözler ne öyle! Yeşilin en güzel tonuna sahip gözlerine baktım bir süre, sonra orta büyüklükte, altı üsttekine kıyasla daha dolgun olan dudaklarına, hafif kavisli ama yüzünü tamamlayan burnuna, keskin çenesine... Adam beklemediğim...