.0.1.

200 26 32
                                    

“Yardım et bana! Söyleyebildiklerimden daha fazlasını anla.”

-Franz Kafka

Yavaşça atıyordum adımlarımı boş sokakta

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Yavaşça atıyordum adımlarımı boş sokakta. Herkes güneşin batışını bekliyordu sanki evlere çekilmek için. Her evden ayrı duygular hissedebiliyordum.

Biraz önce önünden geçtiğim iki katlı, bebek mavisi renginde olan eski evden gülüşme sesleri yükseliyordu. Birçok insan, bir araya gelerek ve aynı fikirde oldukları bir konu hakkında ne kadar neşeyle konuşabiliyorlardı.

Bunları sabah göremezdiniz. Bunlar gecenin getirdikleriydi. Gündüz herkes işinin başına geçer, akrabalar birbirlerine bir selamdan öte gidemezlerdi.

Çok düşünürdüm böyle olmayı. Okuyup yalnız bir yaşama mahkum edilmiştim. Evet, iyi bir savcıydım ve işimde başarılıydım. Ama benim hayatımda eksik olan şey akademik veya maddi anlam taşımıyordu. Benim hayatımdaki eksiklik manevi bir değerdeydi.

Yalnızlık, mahkum edildiğim bir kelime. İçine hapsolmuştum yalnızlığın. Hayatıma birini alamazdım çünkü başarısız olurdum. İnsanlar beni kötü etkilememeliydi.

İnsanlarla iletişim kurmamalıyım ki, yaşadığım hapis hayatımdan şaşmayayım. Bu düşüncem, benimle tanışmak isteyen ve arkadaşça yaklaşan insanlar için büyük bir ukalalık ve egoistlik göstergesiydi. Bu yüzden bana yanaşmak isteyenler de son anda vazgeçerlerdi.

Tek bir kişi vazgeçmemişti. Choi Beomgyu.

Choi Beomgyu, daha bir ay öncesinde sokağın başında baygın bir şekilde bulduğum çocuk. Fazla konuşan biri değildir. Yaşı küçüktü, daha 18'indeydi. Ben 25 yaşında genç biriyken o daha reşit bile değildi.

Bir gün aynı rutin hayatımdan bir sahneyi yaşıyordum. İş çıkışı eve gidiyordum. Fakat sokağın başına yaklaştıkça yerde bir beden fark ettim. Fark ettiğim an kaşlarım çatılmış, ne olduğunu anlamaya çalışmıştım.

Bedenin yanına korkak adımlarımı yönlendirdim. Üstüne giydiği kazağında yırtıklar vardı. Pantolonunun dizleri yıpranmıştı. Yüzündeki yara izlerinden akmış ve kurumuş olan kanlar ile yüzü neredeyse tanınmayacak haldeydi Beomgyu'nun.

Ne olduğunu bilmiyordum, sorsam da söylemedi zaten. Ağzını bile açmadı. Adını bile yarı baygın olduğu zaman söylediği için öğrenmiştim. Onu eve götürüp götürmemekte kararsız kalmıştım. Hastaneye mi götürsem yoksa eve mi götürsem diye çok düşündüm orada. Bir anlığına Beomgyu'nun bulunduğu durumu bile unutmuştum, o kadar.

Daha sonra yerden kaldırıp kucağıma aldım. Ağır değildi, evim de sokağın başına yakındır zaten. Varması kolay olmuştu. Uzun saçlarının tel tel omzuma döküldüğünü hatırlıyorum da, ne kadar güzeldi Beomgyu. Yüzündeki kurumuş kanlara rağmen bir güzelliği vardı.

my mon salai'yeongyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin