Bölüm 1: 458

45 9 1
                                    

Düşünceler birbirine düğümlendiğinde nasıl çözülürler?

Kargaşayla dolu bir hayatın tam ortasına düşen katı fikirlerin, dayatılmış ideallerin, her tartışmanın sonu gelmeyecek öfkeyle bitmesine neden olan nedir? 

Aşık olduğunuz birinden nefret etmek için çok şey veya ne kadar az şey gerektiğini düşündüğünüzde tam tersini de düşünür müsünüz?

Birinden nefret ettiğinizde o kişi tiksintiyle, öfke duyduğunuz ideallerle, yakınından bile geçmek istemeyeceğiniz ne varsa onlarla eşleştirilir zihninizde. Daha fazla tanımak için sahip olunan her fırsatı reddeden zihinlerin, birbirine öfkeli mıknatıslar gibi davranırken dolanıp kaldığı bir senaryodan bahsediyorum. Bir düşünün, nefret edilen herhangi birini kötü veya tiksinç şeylerle özdeşleştiren bunca zihin için varsayımlarda bulunmak oldukça kolaydır.

Oysa birini tanımlamak, kısıtlamaktır.

Tek bir farklılığın sonu gelmez bir nefret ortaya çıkarabildiği, her şeyin zıtlık içerisinde birbirini itip çektiği, tutuşmaya hazır barut fıçıları gibi zihinlerin birbirine dolandığı anda kıvılcımları görünüyor kaderin.

         Dünya, hiç beklemediğimiz anlarda acımasızlaşıyor.

Seher yılı, 458.

Yeşim İmparatorluğu, Weizhu liman şehri.

Bahar aylarının serin ve huzurlu rüzgarları esiyor, dünyanın renk paleti yavaşça ısınmaya başlıyordu. Dağlar ve denizle çevrilmiş, başkentten oldukça uzak bu şehrin kendi halinde insanları için zaman sadece bir başka denize açılan liman gibiydi.

Şehrin etrafındaki ufak dağlardan birinin tepesinden bile devasa, toprağın kendi elleriyle sarmaşıklarını bir sanat eseri gibi doladığı taş geçidi görmek mümkündü. Denizin ufkundan limana doğru yavaşça gelen dalgaların pırıltılarıyla sabah güneşi ayrı bir huzurlu hissettiriyordu. 

Dünyanın bir köşesinde dalgaların yıkadığı, dağların kucakladığı bu şehir her şeyden uzak geliyordu insana. Bütün dünyanın derdi uzakmışçasına geçen günler, yıllarca beklemiş bir şarap gibi demliyordu her köşe başını. Hırslarına boğulmuş biri için yetecek bir yer değildi belki, oysa her karışı bir insanın ruhunu okşamaya yeterdi.

Bütün kışı evlerinde geçirmiş insanlar, baharın getirdiği hevesle caddeleri birer kuş cıvıltıları gibi aydınlatıyordu. Sokaklar kalabalıktı. Henüz uyanmış olanların kimi neşeli, kimi uykusundan olduğuna öfkeli, kimi ise günü nasıl geçireceğinin hesabıyla kendi kafasını ütülemeye başlamıştı bile.

Tüccarlar tezgahlarına sepetlerinden ve vagonlarından indirdikleri şeyleri diziyorlar, esnaflar dükkanlarının camlarını ve kapılarını aralıyordu.

Düzensiz döşenmiş sokak taşlarının arasından taşan filizler güneşi kucaklıyor, rüzgarın fısıltılarıyla evleri bile gölgede bırakacak kadar kocaman ağaçların yaprakları hışırdıyordu.

Kıyılarda balıkçılar teknelerini hazır ederken birbiriyle sohbet ediyor, sokaklardaki kalabalık ara sıra geçen yük arabaları ve işlenmiş mücevher gibi lüks vagonlara yol veriyordu.

Göğsüne nilüfer eskizi işlenmiş sonbahar turuncusu kıyafetler içerisinde, elindeki yelpazeyi yavaşça sallayan; bir peçe taktığı halde bile yüz hatlarının güzelliğiyle dikkat çeken orta yaşlı bir kadın oturuyordu bu vagonlardan birinde. Karşısında ise biri kız, diğeri erkek iki çocuk vardı. Kız yaşça biraz daha büyüktü, 13 yaşındaydı. Siyah saçları omuzlarına dökülüyor, nehrin üzerinde yeni çiçek açmaya başlamış nilüferler kadar yumuşak ve sakin görünüyordu. Sıkı bir aileden geldiği, eğitim aldığı duruşundan belliydi. 

henüz isim bulamadım.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin