minho oturduğu bankta başını geriye yaslayarak gözlerini kapattı ve etrafındaki gürültüden sıyrılmaya çalıştı. hafif esen rüzgar saçlarının arasından geçiyordu. ılık öğlen saatlerinden biriydi ve üniversitenin boşta kalan yegane banklarından birine atmıştı kendisini. bankın kenarına bıraktığı sınav kağıtları uçmasın diye üstüne telefonunu sabitlemişti. haftalardır çalıştığı sınavı sonunda verip rahatlamıştı fakat uykusuz geçen gecelerden dolayı vücudu ve zihni yorgundu. her sınav günü doğal olarak üniversite daha bir dolu ve kaoslu geçiyordu. bahçede neredeyse konser alanını dolduracak kadar yığınla insan vardı ve bu karmaşa minho'yu iyiden iyiye boğuyordu. etrafta koşuşturan gençler, sınavın nasıl geçtiğini konuşan gruplar, toplu taşıtların kulak tırmalayan sesi ve bir birine karışmış daha bir sürü ses.
kendi düşüncelerinde kaybolmuşken çok yakınında duyduğu takırtıyla gözlerini araladı. tepedeki güneş gözlerini kamaştırmıştı. kısık bakışlarıyla sesin geldiği yere, oturduğu bankın hemen yanındaki yerde kaldırım taşlarının üzerinde duran siyah telefona çevirdi. ardından telefonun sahibi olduğunu düşündüğü kişiye baktı. hiçbir şeyden habersiz gibi yoluna devam ediyordu. hatta acelesi bile vardı denebilirdi. krem rengi bol ceketi, aynı bollukta açık mavi pantolonu, siyah convers'leri ve sırtındaki gri sırt çantasıyla, en yakındaki otobüs durağına gidiyor gibi duruyordu.
minho bir zeminde duran telefona bir de gence baktı. bir kaç saniye tereddüt etti. genelde insanların işine karışan birisi değildi. etrafında olup bitenleri izleyen taraf olmuştu hep. insanları gözlemlemeyi tercih ediyordu, onlarla muhattap olmayı değil. aynı şeyi diğerlerinden de bekliyordu. mümkünse kimsenin onunla diyaloga girmemesini yeğlerdi. sessiz sakin geçen yaşantısında fazladan olay istemiyordu.
geçen dakikaların ardından oturduğu banktan kalktı ve yanda duran telefonuyla sınav kağıtlarını cebine tıkıştırdı. yerde duran telefonu da alarak gencin arkasından seslendi. "hey!"
fakat genç onu duymuşa benzemiyordu. gerçi bu ses okyanusunda minho'nun sesini ayırt edip duyması imkansız gibi bir şeydi. ona seslendiğini nerden bilecekti ki hem? bahçedeki herkes birilerine sesleniyor, arıyor, isimler havada uçuşuyordu.
minho derin bir nefes verdi. telefonu banka bırakıp buradan ayrılmak için henüz geç değildi. hem jisung'la felix büyük ihtimal şu ana kadar çoktan sınavdan çıkmış ve bir yerlerde minho'yu bekliyorlardı. telefonuna gelen mesaj bildirimlerini şimdiden hayal edebiliyordu. gözlerini devirmesine engel olamadı. gencin arkasından koştu. "hey! sana diyorum!" diye bağırdı. bunu neden yaptığını bile bilmiyordu. neden buna katlanıyorum ki? diye düşünmeden edemedi. telefonu bırakıp gitmeliydim. uğraşmamalıydım.
gencin dibine gelmesine rağmen hâlâ bir tepki alamamıştı. en sonunda uzun boylu oğlanın kolundan tuttu. bu hareketi genç oğlanın irkilmesine ve aniden olduğu yerde sabit kalmasına sebep olmuştu. geri dönerek şaşırmış bakışlarla kolundaki elin sahibine baktı. kolları arasındaki sınav kağıtları ve bir kaç kitabı sıkıca kavrıyordu.
minho kendisini gayri ihtiyari genci incelerken buldu. kolları arasındaki sınav kağıtları ve kitapları farketmişti. o da sınava girenlerden biriydi fakat daha önce onu etrafta gördüğünü hatırlamıyordu. insan yüzlerini hafızasına kazımakta oldukça iyiydi ve bu yüzü daha önce görmediğine emindi. gün ışığında parıldayan siyah, omzunun biraz üstünde olan saçları vardı. neredeyse pürüzsüz denebilecek bir teni, uzun ince gözleri ve sol gözünün altında bir beni. bu ben özellikle dikkatini çekmişti minho'nun. gencin yüzündeki en çekici özelliklerden biriydi. insanın bakışı istemsiz olarak ilk ona takılıyordu sanki. bu, yakışıklıdan ziyade güzel denebilecek yüzü tamamlayan dolgun dudaklara baktı. evet, kessinlikle bu oğlanı tanımıyordu.
"bu sana ait sanırım." dedi minho elindeki telefonu havaya kaldırırken. genç oğlan bir telefona bir de kahve saçlı oğlana baktı. bunca sesin arasında irkilmesini garipsedi minho. sanki etrafı tamamen sessizmiş gibiydi ya da minho dahil kimsenin sesini duymuyormuş gibi. bir kaç saniye sorgularcasına hızlı hızlı kırpıştırdı gözlerini uzun olan. ardından kolunu tutan elden kendisini kurtardı. minho o an farketti, gencin kolunu hâlâ bırakmamıştı. "ah, pardon." dedi hızla elini çekip bakışlarını kaçırırken. siyah saçlı genç kurtardığı elini pantolonunun arka cebine attı ve telefonu olması gereken cebin boş olduğunu farketti. ardından şaşırmış ifadesi yüzüne yansırken dudakları aralandı ve minho'nun parmakları arasındaki telefonunu aldı. hızla baş eğip yanından ayrıldı ve durağa yaklaşan otobüse yetişmek için son sürat koşmaya başladı. minho'ysa geride eli havada kalmış bir şekilde gencin arkasından bakakaldı. en azından teşekkür edebilirdi. diye düşündü. uğraşmamalıydım.
cebinde titreşip duran telefonunu aldı ve ardı ardına gelen bildirimlere tıkladı.
grup mesajlaşması
jisung
çıktım ben, nerdesiniz?felix
chan'la karşılaştık, kafeteryadayızjisung
iyi ben de oraya gelirim
minho'yu hiçbir yerde göremedimfelix
çıkmamıştır belkijisung
minho'dan sözediyoruz lix
herkesten önce o çıkıyorminho
bahçedeyim, geliyorum birazdan
ha bu arada, üniye yeni birisi mi geldi?