3

459 56 13
                                        

minho çalan alarmını kapatıp gözlerini bir kaç kez kırpıştırdı. alarm çalmadan çok önce uyanmıştı zaten. tavanla o kadar uzun süre bakışmıştı ki, aralarındaki bağın iyice sağlamlaştığını düşünmeye başlamıştı. yatağından kalktı ve ilk iş penceresinin perdelerini açarak cam önündeki bitkileri suladı. ardından banyoya doğru adımladı. aynaya bakmamak için özen gösteriyordu. sabahları görüntüsünü hiç sevmezdi. banyodan ayrıldıktan sonra kahve makinasını çalıştırdı ve boş bardak dolana kadar üzerini değiştirdi. tüm bunları yaparken evin hiçbir ışığını açmamıştı.

cam bardağı aldı ve sıcak kahveyi ağır ağır yudumladı. bu sırada telefonuyla ilgileniyordu. evde ölüm sessizliği hakimdi. minho üniversiteye girdiğinden beri yani yaklaşık iki senedir tek başına yaşıyordu. jisung'un onun da kendisinde kalmaya ısrar etme çabaları bir işe yaramamıştı. üniversiteye girdikten sonra iki arkadaş şehir değiştirmek durumunda kalmışlardı. jisung ayrı eve çıkarken minho'yu da kendisiyle birlikte yaşamaya ikna etmeye çalışmıştı defalarca. fakat minho biriktirdiği parayla ayrı eve çıkmak istemişti. her ne kadar ailesi de minho'yla şehir değiştirmek istese de, minho buna gerek olmadığını anlatmıştı. yalnız yaşamayı seviyordu. kolundaki saatini kontrol ettikden sonra son yudumu da içip bardağı duruladı ve evden ayrıldı. sabahları kahvaltı etmekten hoşlanmıyordu.

oğlenleri ılık olan hava, sabahları üşüten türdendi. ellerini siyah kapuşonlusunun ceplerine attı. çok sevdiği ormanlık alanın yanından geçti. her sabah bu yoldan gidebilmek ama yine de üniversiteye zamanında varabilmek için özenle erken kalkıyordu. telefon direklerine oturmuş guguklayan kuşları dinledi. havadaki nemi cildinde hissedebiliyordu. serin havayı derince içine çekti. ilkbaharın yavaş yavaş geldiği aşikardı ve minho ilkbahara aşık birisiydi.

üniversitenin bahçe kapısına geldiğinde kolundaki saati yokladı. tam zamanında gelmişti. tıklım tıklım olan bahçeye çıkardı bakışlarını. uyuşuk, uykulu ve henüz sessiz olan gençler, sırtladıkları çantalarıyla zombi sürüsü gibi üni kapısına doğru ilerliyorlardı. minho da bu sürüye katılmış ve bahçe kapısından içeri adımını atmıştı. insanların arkasında yürürken, kendisi de farketmeden gözlerini öğrenciler topluluğunda gezdiriyordu. görüş alanına takılmasını istediği kişi ortalıkta görünmüyordu.

ayaklarını sürüye sürüye binaya girdi ve iki senedir kendisine tanıdık olan sınıfa doğru ilerledi. neredeyse dolu olan sınıfta en arka sıraya, hep oturduğu sırasına geçti. iki senedir yerini değişmeyen tek kişi minho'ydu. diğerleri sık sık sıra değiştirip farklı partnerlerle otururken, minho istikrarlı bir şekilde iki senedir aynı sırada ve tek başına oturuyordu. yanına oturmayı deneyen bir kaç kişi olmuştu fakat minho'nun soğukluğundan rahatsız olup kısa sürede terketmişlerdi sırayı. minho'ya katlanan yegane insanlar jisung ve felix'di. diğerlerinin düşündüğünün aksine, arkadaşlarının buz kralı olmadığını biliyorlardı.

çantasını yandaki boş sandalyeye bıraktı ve camdan dışarıyı izledi. hâlâ görünürde yoktu. sınıfa giren hocayla birlikte bakışlarını okulun bahçesinden çekti. hocadan bir kaç saniye sonra aceleyle sınıfa daldı, minho'nun sabahtan beri görmeyi umduğu yüz. buraya kadar koştuğu belliydi. ellerini dizlerine yaslamış, nefes nefese kalmıştı. ellerini bir birine sürtüp, hocanın önünde sürekli eğildi özür dileme amacıyla. ardından hocadan onayı alınca hızla bulduğu tek boş sıraya, minho'nun sırasına adımladı. boş sıradaki çantayı görünce olduğu yerde minho'nun çantayı çekmesini bekledi. fakat minho'nun bakışları gencin gözlerinde takılı kalmıştı. genç, bir minho'ya bir de çantasına baktı sabırla. minho o anda transtan çıkmış gibi hızla çantasını çekti ve özür dilediğini belli eden bir kaç mırıltı çıkardı. yıllardır boş olan sandalyede şimdi yeni birisi oturuyordu ve minho krallığının işgal edildiğini hissediyordu. hatta biraz daha dramatikleşerek kendisinin bile işgal edildiği hissine kapılmıştı.

liebessprache | hyunhoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin