11- fate and luck

229 27 113
                                    

chapther eleven: fate and luck

Kader denilen şey saçmalıktan ibaret değil miydi?

Ölüm günümüzün zaten belirli olduğu düşünülünce neden yaşıyorduk? Yarın ölebilirdim kader gerçekten var ise. O zaman bu kadar çalışmamın ne anlamı vardı? Var olduğum bu Dünya da yokluğumun ne gibi bir etkisi olabilirdi? Kendi hikayemin bile baş rolü olmayan ben, nasıl mutlu olabilirdim. Eğer Tanrı gerçekten çok merhametli ise hiç bir suçu olmayan kardeşime neden bu kadar eziyet çektirmişti? Kimi ve neyi sınıyordu? Tanrı bu kadar yüce bir varlıksa nasıl kıymıştı ufacık kuluna? Neden onu bu kadar zor imtihan etmişti? Artık bunları düşünmek, beyin yormak beni yavaş yavaş öldürüyordu. Kardeşimin olmadığı her an sırtıma bir diken daha batıyordu. Kahkahasının sesini unutuyordum sanki. Hafızamdan sesi yavaş yavaş siliniyor, anılarımız bulanıklaşıyordu.

Nefret ediyordum.

Onu elimden alan her şeyden nefret ediyordum. Öylesine kudretli olan, öylesine yüce olan Tanrı benim masum kardeşime bu kaderimi layık görmüştü? Böyle bir ölümü mü?

Soluyordum. Kışın ortasında duran zayıf dalına güvenen bir çiçek gibi soluyordum, kuruyordum. Dayanacak kimsem yoktu. Annem, babam, kardeşim...

Düşünmek istemiyordum. Hafızam silinsin istiyordum. Yeniden hayata başlamak değer vereceğim başka şeyler bulmak istiyordum. Annem. Babamın öldüğünü hatırlıyordum. Annemin sevindiğini ve benim odanın köşesinde oturup gözümden tek damla yaş gelmeyişini. Hayır, babam harika bir babaydı. Ama annem, tam tersi bir kadındı. Küçük yaştayken bile büyüdüğüm zaman onun gibi olmayacağıma yeminler ederdim. Kardeşim başka bir adamdandı. Bu benim için sorun değildi. O benim yine de kardeşimdi. Ona ben annelik yapmıştım.

Üvey babam, kardeşimin ilaç paralarını içkiye verdiğinde buna göz yumup susan bir kadın anne olabilir miydi?

Esen rüzgar adeta bana derin bir nefes aldırdı. Kütüphanenin terasında, gecenin ikisinde oturuyordum. Elimde kahvem kulaklarımda müzik ile Jungkook'u dinliyordum. Beni eve bıraktığı günün ardından neredeyde bir buçuk hafta geçmişti. Vizeler başlamıştı. Olmayan psikolojim ile psikoloji seçmiştim. Ne harika! Sayfalarca kitapları okumam gerekiyor, çoğunu ezberlemem ve aklımda tutup fikir yürütmem gerekiyordu. Benim yaptığım şey ise ne kadar stresten ölüp bitsemde sigara yakıp kahve içmekti.

Sırtımı duvara yaslamış yanımda kitaplarımla oturuyordum. Hava soğuk olduğu için teras bomboştu. Alt katta benim gibi son zamanlarla vizelerinden kalmamak için çabalayanlar da vardı. Bazıları ise uyuya kalmış olanlardı.

Dizlerimi kendime çektim ve çenemi yaslayıp gözlerimi yumdum. Soğuk havadan derin bir nefes alırken yalnız olmaktan şuan mutlu olduğumu fark ettim. Yalnızken yalnız olmayı seviyordum. Beni rahatsız eden şey kalabalık ortamlarda yalnız kalmaktı, bir sıkıntın olduğunda artık dayanamıyor hâle geldiğinde arayıp içini dökeceğim kimsenin olmamasıydı.

Rosé vardı, ama ona daha içimi açabilecek kadar yakın hissetmiyordum. Ne kadar samimi olsak da daha yeni tanışmıştık.

Kitabı elime geri aldım, bir iki saat boyunca okuyup defterime notlar çıkardım. Yüzlerce kez dinlediğim ses artık kulaklarımı acıtmaya başladı. Kulaklığımı çıkardım, bir anda beynime vuran baş ağrısı gözlerimi yummamı sağladı. Hemen elimle başımı ovdum. "Sikeyim, berbat haldeyim." çantamdan suyumu çıkarıp içtim. Yarım olan suyu tek dikişimde bitirirken çöpünü çantama geri attım iki adım ileride çöp kutusu olmasına rağmen. Soğuk havaya karşı gözlerimi yumdum, dudaklarımdan verdiğim nefesin gözlerimle kayboluşuna baktım boş boş. Şansa inanmıyordum ama şanslı biri olmayı isterdim.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jul 27, 2023 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Jealousy Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin