"Born to dieSiz hiç ölümü kemiklerinize kadar hissettiniz mi? Ya da hiç nefessiz kaldığınız oldu mu?
Annem ve babam beni yetiştirme yurduna bıraktıklarında henüz yedi yaşındaydım. Küçüktüm fakat yaşıtlarıma göre oldukça olgundum. Eğer her çocuğun karakteri farklıdır diyecek olursanız...hayır karakterim falan böyle değildi. Yedi yaşıma kadar güzel denebilecek bir çocukluk geçirememem beni bu hale getirmişti, sürekli psikolojik şiddete maruz kalmam da bu durumu tetiklemişti yalnızca.
Yurda ait olan tüm düzenden sıkılmıştım. Her sabah sekizde kalkılır gün sonuna kadar aynı şeyleri tekrar tekrar yapardık. Diğerlerini izlerdim, diğerlerini dikkatlice izlerdim. Kimse bu duruma karşı çıkmazdı. Sanki hepimiz öğrenilmiş çaresizlikle ortada kalmış birer robottan ibarettik. Ve ben bu durumdan gün geçtikçe ve yaş almaya başladıkça çok sıkılmıştım.
İlk defa intihar düşüncelerine yenik düştüğümde on iki yaşındaydım. Kendimi sürekli hasta edip ailemin beni buradan alması için çabalıyordum. Soğuk zemine oturur kışın ortasında buzlu dondurmalar yerdim ama lanet olsun ki böyle yaparak asla hasta olamıyordum. Sonrasında on iki yaşımda aklıma vuran bir fikir beni hastanelik etmeye yetmişti.
Kendimi aç bırakmaya başlamıştım. Yaptığım tek şeyse su içmekti. Doktor bunları eğilimlerimin başladığı zaman olarak belirlemişti. Gün içerisinde sadece su içiyordum. Zaten bir zaman sonra açlık hissimi tamamen kaybetmiştim. Artık günlerim biraz hastane biraz yurt odasında geçmeye başlamıştı. Ve hayallerimdeki gibi olmamış, beni almaya gelmemişlerdi.
İlk intihar girişiminde bulunduğumdaysa on beş yaşındaydım. Aklım gayet yerindeydi. Bir şey içmemiştim, ayıktım. Sadece birkaç hapla yok olmak istemiştim ama sonucunda maalesef başarısız olmuştum. Sonrasını zaten biliyorsunuz kendimi kesmeye başladım.
Bütün bunlar olurken okulum da devam etmekteydi. Her şeye rağmen başarılı bir öğrenciydim. Hayallerim vardı. Her şeye rağmen hayallerim vardı. İnsanların yaşamlarına dokunacak bir psikolog olmak istiyordum.
Yirmi bir yaşıma geldiğimde iyi bir işim vardı. Başarılı bir psikolog olma yolunda emin adımlarla ilerliyordum. Okulum her şeye rağmen iyi gidiyordu. Ani git-gellerim yüzünden çoğu zaman büyük fırsatlar kaçırsam da toparlamayı başarabiliyordum. Tabi gördüğünüz gibi son zamanlarda durum pek iyi gitmemişti. Kendime daha fazla acı vermeye başlamıştım. İnsanları iyileştirirken yavaş yavaş ben ölüyordum.
Asistanlık yapmaya başladığımdaysa hiç yapmamam gereken bir şey yapmıştım. Kesinlikle yanlış olan bir şey... Affı zor olan bir şey.
Ama siz şu ana kadar ne anlattıysam hepsini unutun çünkü ben bileklerimi kestiğimde de onlarca ilacı yuttuğumda da işimden olduğumda da böylesine aciz hissetmemiştim. Böylesine yoksun hissetmemiştim ve hayatım bir film şeridi gibi de gözlerimin önünden geçmemişti çünkü ona bile zamanım yoktu. Bu tamamen bir palavraydı.
Ben hiç onlarca kemiğimin bir namlunun ucuna değmesiyle yerle bir olacağını tahmin etmemişim.
Ama O bana bunu yapmıştı.
Yerimde mıh gibi kalmışken o barın önünde saatler geçmiyordu. Adeta zaman durmuş, kalabalık bir anda yok olmuştu. Belime silah doğrultan adama döndüğümde tanıdık kokusuyla burun buruna geldim. "Kimsin."
"Beni zaten tanıyorsun doktor." Ne sert bir ses tonu vardı ne yumuşak. Her şeyden birazdı. Sesi her şeyden birazdı. Biraz sert, biraz sakin. Zaten o her şeyden birazdı bense ona göre fazlaydım.
Uzun zamandır akmayan gözyaşlarım birden akmaya başladı. Ben ilk defa bu kadar çaresiz hissetmiştim. İlk defa böylesine boşlukta hissetmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BORDERLINE
Teen FictionGizemli bir yaşamın tam kıyısında sessizce hayatımı idame ettirirken bir anda içinde bulunduğum boşluk hissi beni yanlış düşüncelere itmişti ve bu dünyadan yok olmak istemiştim. Yeni bir dünyaya dahil olacağımı bilmeden insanlardan nefret ederek yok...