***
Aynada gördüğüm ben düne nazaran daha az çirkindi. Yansımalar korkutucu, ona sahip olan adam ise canavarın ta kendisiydi.
Gün ağarınca hatırlanılan adam gece olunca sığınırdı hiçten varolmuş kadınına. Ve bazı gemiler nasıl karadan yürümüşse, bu adamın yani benim kalbimde dikenli çalıların içinde aynı öyle yürüdü.Ocak sonlarıydı onunla tanışalı. Şimdi ise hazirana adım atacaktık. Zordu, çetrefilliydi beni sevmek onun için. Çünkü ben daha kendimi sevemezken o beni çokça sevmişti. Sahi ya nasıl sevmişti beni? Hiç bilemeyecektim belkide.
En mutlu anımızda bile yansımam gözüme ilişir ve o izi görürdü. Ya da izleri. Çok fazlalardı. Yüzümü ele geçirmeye çalışan o izlere ne kadar savaş açsamda yenik düşen taraf ben oluyordum işin sonunda. Ah ne acıydı kendine en büyük zulmü yaşatmak. Ama bilsen de yapıyordun kendine bu işkenceyi. Aynı hayatta olduğu gibi. Kuralları bilsek bile uymadığımız o kadar çok an vardır ki. Kendime olan nefretim hayatla iç içeymiş anlaşılan. Bedenime karşı tüm kuralları çiğneyip aşıyormuşum.
Ocak sonuydu dediğim gibi. Karlar serilmişti yeryüzüne. Hava soğuk ama kalbim sıcacıktı. Onu gördüğüm an kalbim lavlarını akıttı kaburga kemiğime kadar. Yandı, kül oldu, eğildi belim. Kamburum ondandı. Bu en güzel kamburdu belki de. Saçları koyu siyah ve kısaydı. Gözleri elaya dönüktü. Burnunun ucu kızarıktı soğuktan olsa gerek. Boynundaki atkısı dizlerine kadar uzanıyordu. Bu kadar uzun bir atkıyı ilk defa onda görmüştüm. Yazarlık atölyesiydi bizim tanışma yuvamız. Onun narin elleri beni de yazsın isterdim hep.
Tanıştık, kaynaştık netice itibariyle. Gözlerine odaklanmaktan başım o kadar çok dönmüştü ki ah o gözleri hep başımı döndürüyordu. İsmi bakışlarından geliyordu. Nazenin. Bir şiir gibiydi ismi. Kaldırımlar kadar uzun, kaldırımlar kadar kısaydı. Yeni bir lisandı onun gülüşü.
Şimdi ise mayısın içinde debeleniyorduk. Zaten bu aya gelmiş olmak bile mucizelere inanmama neden olacak gibiydi. Sevginin her zerresini bedenime işlerken o, bedenimi çarmıha geren beni unutuyordu...
Cama vuran yağmur damlaları esaretten kurtulmuş birer köleydi. Dünyayı ıslatmak ya da dünyanın içindekileri boğup öldürmek için okyanuslardan bocalanırcasına yağıyordu. Mayıs ayı sürprizlerle doluydu. Yağmur damlalarına bakan gözlerim cama yansıyan yüzüme takıldığında yağmurun değil dünyayı benim yüzüm boğuyormuş gibi hissettim. Yüzüm sanki iyi giden bir günün ardından doğan felaket gibiydi. Kendime karşı çok kabaydım. Fanilik işte. Affet Tanrım.
Atölyeye gelmiştim. İçerisi sade bir şekilde dekor edilmişti. Duvarlar saman sarısı boyanmış, yerler gri mat parkelerle döşenmişti. İçeriye geçip uzun masanın en uçlarına gidip oturdum ve bilgisayarımı çantamdan çıkardım. Mailleri kontrol ettiğim vakit telefonum titredi ve onun mesajıyla içim tarif edemeyeceğim bir hisle doldu.
Nazenin: "Günaydın sevgilim."
En basit cümlesi bana istediği oyuncağı alınmış bir çocukmuşum gibi hissettiriyordu. Teşekkür ederim Nazenin. Bana bunlar hissettirdiğin için sana çok ama çok teşekkür ederim...
Mesaja cevap verip hemen sonrasında onu aradım. Telefon açıldığı an o naif sesi kulaklarıma doldu.
"Sevgilim."
Sağır olsam gam yemezdim. Ben sevgiden sarhoş olmuştum...
"Günaydın Nazen sevgilim."
"Atölyeye geçtin mi?"
"Evet atölyedeyim şuan. Seni bekliyorum daha kimse gelmemiş zaten."
Güldü. Gülüşünde boğulmak istedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İZ
Historia Corta#ygmart2023 kazananı🏆 "Yaranın yarına kalan izleri düne benzer miydi?"