Herrman Prunkvoll, ikinci dünya savaşından sonra yenilenen Alman sanayi ve ticaret dünyasının en önde gelen temsilcilerindendi. Zorluklar içinde geçirdiği savaş yıllarından sonra karşısına çıkan fırsatları değerlendirmesini sağlayan keskin zekâsı onu Almanya’nın yeni oluşan zengin sınıfının içine bir daha hiç çıkmamak üzere yerleştirmişti.
Otomotiv sektöründe geliştirici fikirleri saygı görmüş ve hızla yükselerek kurduğu şirketinin zirveye çıkmasını sağlamıştı. Günden güne zenginliği artmıştı. Sahip olduğu zenginliği kaybetmemek için çok dikkatli olmalıydı. Çünkü savaşın başlamasından önce zengin olarak tanımlanan insanların savaş sonunda eğer şansları yaver gitmişse hayatları dışında başka bir servetlerinin kalmadığı yaşayarak öğrenmişti.
Herrman, kurduğu şirketi sürekli büyüterek zenginliğini arttırdığı yıllar boyunca küstah ve anlayışsız bir adama dönüşmüştü. Zenginliğinin verdiği haklılık duygusu sonucunda günden güne sorgusuz bir yapıya evirilmişti.Herrman için doğru tek olgu kendi bildikleri ve doğru tek kişi kendisiydi. O hayatının bir dakikasının bile kontrolünü başkasına bırakmaz asla bir sürprize izin vermezdi.
Kontrol hastası bu adam tüm varlığını sahip olduğu bu duygular sayesinde elde etmişti. Babasından kalan bir miras sonucu zengin olmamış ve sahip olduğu zenginliği kendi başına yaratmıştı. Hayatta ki en büyük korkusu sahip olduklarını kaybedip eski yoksul günlerine dönme korkusuydu. Sahip olduklarını kimseyle paylaşmak istemiyordu ve bu sebeple evlilik ya da çocuk gibi kavramlar ona paylaşmayı anımsattığı için hayatından uzak tuttuğu düşüncelerdi.Herrman Prunkvoll sahip olduğu bencillik hissine yakışır biçimde tüm ailesiyle bağını koparmış ve hayatta kalan hiçbir akrabasının yanına bile yaklaşmasına izin vermemişti. İnsan çıkarları doğrultusunda yaşamalı ve çıkarlarına fayda sağlamayan kimseye selam bile vermemeliydi. Tek başına başarmış olduklarını düşündükçe bu hayat tarzını sürdürmesi konusunda onu cesaretlendiriyordu.
Aile kavramına karşı olan yalnız adam, otuzlu yaşlarındayken bir iş ortaklığı olarak gördüğü bir evlilik gerçekleştirmişti. Evleneceği kadın olan Lisa'ya bu evliliği isteyip istemediği konusunda fikri sorulmamıştı. Bir oldu bitti sonucunda gerçekleşen evlilik sonucunda zenginliğine zenginlik katan Herrman çok mutlu görünmüyordu. Karısını ilk günden itibaren çok sevdiği para için katlanılacak bir varlık olarak görüyordu. Kendi çabasıyla ulaştığı konumunu daha da sağlamlaştırmış ve bunun için bedel ödemişti. Görüşlerine aykırı olan bu tercihinin yarattığı huzursuzluk büyüktü. Fakat bu tercihi sonucunda elde ettiği kazanımlar daha büyüktü.
Bahtsız Lisa, evlendiği bu adamı bir gün bile sevemedi ve evli olduğu Herrman’dan da bir sevgi kırıntısı bile görmedi. Henüz yirmi yaşında evlenmişti. Birlikte yaşadıkları ev dışarıdan bakanlar için çok gösterişli görünse de onun için bir zindandan farksızdı. İçinde yaşamak zorunda olduğu zindan bu durumdan kurtulmak için ihtiyacı olan gücü yok ediyordu. Artık bu durumu kabullenmişti ve geleceğe dair bir beklentisi yoktu.
İş ortaklığı olarak başlayan bu evliliğin üçüncü yılında doğan Monika, kötü giden bu evliliği düzeltme konusunda olumlu bir etki yaratmamış ama Lisa’nın yalnızlığına son vermişti. Yıllar boyunca kızıyla ilgilenmiş ömrünü kızına adamıştı. Hayattaki tek amacı ileride kızının içinde bulunduğu tarzda bir hayata mahkum olmasını engellemekti. Yaşamaya devam ettiğimiz sürece bizi hayata bağlayan bir bahane oluşturan Tanrı, Lisa'ya da cömert davranmış ve bu sevimli bebeği ona hediye etmişti. Lisa bu hediyeye ömrü boyunca şükretti. Şükran duygusunu her pazar gittiği kilisede yaptığı ibadet ve dualarla gösterdi.
Herrman, bu düşünceleri umursamıyordu. Karısı gibi inançlı biri değildi. Kişisel ilişkileri nedeniyle bunu çok açıkça dile getirmese de iç sesi ona sürekli mükemmel olanın Tanrı değil insan olduğunu söylüyordu. O ailesine sahip olabilecekleri en üst düzey hayatı sağladığını düşünüyordu. Onlardan sorgusuz bir itaat bekliyordu. Verdikleri karşısında bunun hakkı olduğunu düşünüyordu. Depresif karısı ve kızı zayıf kişiliğe sahipti. Onun dünyasında zayıflıklara yer yoktu ve onların göstereceği zayıflıklar sonucunda zarar görebilirdi. Eğer onları üzerinden gözlerini bir an olsun çekerse hata yapmaları kaçınılmazdı. Bu baskıcı tavırları çevresindekilerin hayatını yaşanılmaz hale getiriyordu.
Herrman Prunkvoll, uzun saatler süren iş yemekleri ve toplantıları sebebiyle eve her gece geç geliyor ve ondan evlendiğinden beri bir sevgi kırıntısı bile görmemiş olan Lisa, tüm zamanını kızıyla meşgul olmak ve yaşadıkları lüks evin bahçe düzeniyle ilgilenerek geçiriyordu. Yaşam sevincini kaybettiği üç yılın sonunda kızının doğması ona iyi gelmişti. Kocası umurunda bile değildi çoğu zaman onu dinliyor ama duymuyordu. Evini güzelleştirmek hale getirmek ve kızını bu güzellikler içinde yetiştirmek istiyordu. Monika babasından bir sevgi görmüyor ve annesi bu eksikliği gidermek için elinden geleni yapıyordu.
Yaşadığı hayat kızı sayesinde güzelleşmişti ve ona bu güzelliği hediye eden Tanrı'ydı. Şükran duyduğu Tanrı ona bu seferde sonunu getirecek bir hastalık vermişti. Asla isyankar bir yapıya sahip olmamıştı ve berbat giden hayatını bu kadar güzel hale getiren Tanrı'ya karşı isyanı hiç aklına getirmedi. Amansız bir hastalığa yakalanmıştı ve bununla mücadele etmesi gerekiyordu. Bu mücadele sürecini kızını yansıtması ve tüm zorluklara rağmen onu bir gün bile ilgisiz bırakmadı. Hastalığı kocası Herrman'ın hayatında bir değişikliğe sebep olmamış yıllardır sürdürdüğü yoğun iş temposundan bir an bile uzaklaşmayı aklından bile geçirmemişti.
Karısı, üç ay süren tedavi sürecinin sonunda bu dünyaya veda ettiğinde tek düşüncesi küçük kızı Monika ’nın bakımıyla kimin ilgileneceği olmuştu. Bu bakım hizmeti için yıllar boyunca değişik insanları çalıştıran Herrman, hepsinde eksik bir şeyler buluyordu. Onun kızı kendisi gibi mükemmel olmalıydı. Bunu kızından çok kendisini tatmin etmek için istiyordu. Monika ‘da ölen annesi Lisa gibi büyük evlerinin düzeniyle ilgilenerek sık sık değişen hizmetçileriyle beraber baskılarla dolu hayatını sürdürmeye çalışıyordu.
Henüz altı yaşındaydı ve hangi yaşta olursa olsun her insana zor gelebilecek bir ölüm onu annesinden ayırmıştı. Yıllar hızlıca geçiyor ama Lisa'nın annesine olan özlemi azalmıyordu. Babası Herrman, iyi bir insan değildi. İyi bir koca, iyi bir baba olmayı hiç başaramamış bu adam için bu başarısızlığın hiçbir önemi yoktu. Kızını kendi inandığı fikirleri doğrultusunda yetiştirmek istiyordu. Annesi gibi itaatkar bir yapıya sahip olan Monika bu konuda babasına zorluk çıkarmadı. Annesinin en büyük kabusu olan bu zindanda aynı onun gibi yıllarca yaşadı.
Amansız bir hastalıkla olan mücadelesini kaybeden Lisa ‘nın ailesi kızlarının kötü kalpli Herrman yüzünden öldüğüne inandıkları için torunları Monika ile herhangi bir bağ kurmaktan uzak duruyorlardı. Torunlarıyla ilgilenmemekte ve tüm ilişkilerini koparmakta haksız olsalar da kızlarının ölümü konusunda ki suçlamalarında haksız sayılmazlardı.
Kızlarının fikrini bile almadan zorladıkları bu evlilik sürecinin sonu acı verici bir ölümle bitmişti. Yıllar içinde kızlarının evliliğinin mutlu bir şekilde devam ettiğine inanmışlardı. Bu inançta herkes üzerinde etkili bir baskı oluşturan Herrman'ın başarısıydı. O hayatı boyunca kötü bir adam olarak yaşadı ve çevresindekilerden sorgusuz bir itaat bekledi. Bu kötü adamın ailesi üzerinde yarattığı bu itaat dolu yıllar bir aşk neticesinde son bulacaktı. Monika gibi uysal bir insanı bile isyana teşvik eden aşk duygusu çok güçlüydü. Aşkın yarattığı bu isyan ne kadar kontrollü olursa olsun Herrman'ın bile baş edemeyeceği büyüklükteydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vahşetin Karşı Konulamaz Hazzı
Mystery / ThrillerAcılar içinde geçen bir hayat. Yaşadığı ve yaşattığı acılar asla affedilmez. Vahşetin hazzını bir kere tadan insan, insan olmaktan çıkar. Bu hikayeye bulaşmayın, vahşete ortak olduğunuz an vazgeçmeniz imkansız olur...