Hiç bilmediği bir şehirde ve doğduğu günden itibaren maddi yönden bolluk içinde yaşadığı hayatın tam tersi olarak yokluk içinde yaşamaya çalışmak Monika için çok zordu. Anton, bir daha dönmemek üzere gittiğinde Monika karnındaki çocuğuyla ne yapacağını bilmez halde kalakalmıştı, Anton ’un geri dönme umudu bir süre canlı kalsa da günden güne uzaklaşan bir hayale dönüştü. İlk günlerde tanıdığı birkaç kişi aracılığıyla onun nereye kaybolduğunu öğrenmeye çalışmıştı. Sevgilisinin hayatından endişe duyuyordu. Anton'u tanıyan kim varsa ağız birliği etmişçesine aynı şeyi söylüyorlardı. Alaycı bir gülümsemeyle Monika'nın yüzüne bakıp;
'Anton, bunu hep yapar. Bir süre sonra kaybolur' diyorlardı.
Monika aylar önce babası Herrman, sevgilisini kötülediğinde ona inanmamıştı. Şu an da duyduklarına da inanmıyordu. Büyük aşkı Anton onu terk etmezdi. Başına bir şey gelmiş olmalıydı. Eğer öyle olmasa sevgilisinin koşarak geri döneceğinden emindi. Hayat devam ediyordu ve karnındaki çocukla baş başa kalan Monika'nın elinde kalan son parada bitmişti. Hastane, kira ve gıda ihtiyaçları için para lazımdı. Son günlerde komşularının getirdiği yemeklerle karnını doyuruyordu. Ev sahibi komşuları kadar anlayışlı değildi. Kiranın bir an önce ödenmesi için Monika'yı sıkıştırıyordu.
Monika babasının yanına geri dönmeyi hiç düşünmedi, zaten bunu düşünse de babasının kendisini kabul etmeyeceğinden emindi. Herrman Prunkvoll, kendi otoritesine karşı çıkan kimseyi affetmezdi ve merhamet duygusuna sahip değildi. Bu merhametsizliğiyle her zaman gurur duyuyor ve dünyada zayıflara yer olmadığını düşünüyordu. Monika bu zor süreci atlatmak için bir iş bulması gerektiğinin farkındaydı, çalışması sadece yaşamını sürdürmek için değil doğacak olan çocuğunun ihtiyaçları karşılamak için de bir mecburiyetti.
Şehrin kenar mahallelerinde bir tekstil atölyesinde işe başladı, hayatı boyunca hiç çalışmak zorunda kalmamış Monika için yoğun iş temposuna alışmak uzun zaman alacaktı. Tekstil atölyesinden kazandığı para yaşadığı evin kirasını karşılamaya yetmiyordu. O sebeple göçmenlerin yaşadığı pansiyonda küçük bir oda tuttu. Bu pansiyon iş bulma umuduyla Almanya’ya gelen her milletten göçmenle adeta uluslararası bir kimliğe bürünmüştü. Geniş bahçeli kocaman bir evde büyümüş olan Monika için bir odaya kapanıp kalmak ilk günlerde çok zor olmuştu. Neyse ki komşuları ve iş arkadaşları ona iyi davranıyorlardı.
Piramidin en altında olan bu insanlar yardımlaşmayı seviyordu. Bu durum Monika için mutluluk vericiydi. Her şeye sahip olan babasının kimseye yardım ettiğini görmemişti. Buradaki insanlarda ileride zenginliğe kavuşsalar muhtemelen onlar da yardımlaşmayı hızlıca bir kenara bırakırlardı. Az olanı paylaşmak her zaman daha kolay oluyordu. Yaşamak zorunda kaldığı pansiyondaki küçük odasına zamanla alıştı. Büyüdüğü kocaman eve dönüp zihninin esaret altında olacağı hayata geri dönmektense bu küçük oda da yaşamaya devam etmeyi tercih ediyordu.
Gittikçe büyüyen karnı ve doğumun yaklaşması bir süre çalışmasını engellese de bu süreç boyunca hükümetten aldığı yardımlarla hayatını sürdürmeye devam etti. Anton ’un gittiği günden sonra zorluklar içinde sürdürdüğü hayatı, Jürgen ‘in doğumuyla acılarını hafifleten bir sürece doğru evirildi. Katlandığı tüm zorlukların bir amacı vardı. Çocuğu için mücadele edecek bildiği doğrularla onu yetiştirecekti. İş temposu eskisi kadar ağır gelmiyor çocuğunu kucağına almak tüm günün yorgunluğunu silip atıyordu. Çocuğu için hayat kötü başlamıştı. Monika'nın babası bedenen var olsa da manevi olarak hiç olmamıştı. Oğlu Jürgen ise her ikisinden de mahrum bir şekilde, babasız olarak dünyaya gözlerini açmıştı.
Hayatın zorluğu, bir yaşına gelmiş olan Jürgen için gereken masraflarda eklenince bir kat daha artmıştı. Monika, oğlu bir yaşına geldiğinde onu komşusuna bırakarak tekstil atölyesindeki işine geri döndü. Çalıştığı işe alışmış ve eskisi kadar zorlanmıyordu hatta yani hayatından memnun bile sayılabilirdi. Bedenen zorlanıyor ama tek başına ayakta durabilmenin gururunu içten içe yaşıyordu. Babası her zaman bir hiç olduğunu hissettirmişti. Bu hiçlik hissinden sıyrılmış ve özgürce yaşamına devam ediyordu.
Bu özgür günlerine son veren ise atölyede bir kaç ay önce işe başlayan Sırp göçmen İvan olmuştu. Doğum sonrası aldığı kilolardan hızlıca kurtulan eski haline dönen, Monika gibi güzel bir kadın herkesin ilgisini çekebilirdi ve hayranlık duygusuna sebep olabilirdi. Monika, büyük aşkı Anton onu terk edip gittikten sonra hayatına yeni birinin girmesine izin vermemişti. O, aşkına hep sadık kalacaktı. Sadece Anton'a değil, hala kalbinin bir kenarında var olan aşka da ihanet etmesi imkansızdı.
İvan evli, iki çocuk sahibiydi. İvan, Monika ’ya uyguladığı zorbalığın derecesini günden güne arttırdı ve bunu küstahça kimseden çekinmeden devam ettiriyordu. Monika bu durumdan çok rahatsızdı, bunu defalarca söylediği patronu bu sorun konusunda ona yardımcı olacak bir çözüm bulamamıştı. İvan’ın aylar geçtikçe artan tutkusu bir saplantıya dönüşmüş ve tehlikeli bir hal almaya başlamıştı. Monika ’ya sahip olmalıydı ve bu istek her ne olursa olsun gerçekleşmeliydi. Monika ne yaparsa yapsın İvan’ın bu tutkusuna son vermeyi başaramadı. Bu sonlanmayan tutku Jürgen ’in hayatını sonsuza kadar değiştirecekti.
O talihsiz olayın yaşandığı soğuk Şubat gecesini yaşamamayı o kadar çok isterdi ki bunun karşılığında her şeyi verebilirdi. Dünyanın kötü yüzü hakkında henüz tanışmamış olan Jürgen bunu büyük bir acıyla öğrenecekti. Jürgen üç yaşına gelmişti ve hayatında bir tek annesi ve annesi işe gittiğinde onunla ilgilenen, konuştuğu dil annesinden farklı olan Türk komşuları Hatice vardı. Jürgen annesinin çığlıklarıyla uyandı ve yatağından aşağıya sallanıp, annesinin yanına doğru yürümeye başladı. O anda annesinin yanından kalkan ve yatak odasının penceresinden hızlıca çıkan adamı fark etti.
Jürgen çok küçüktü ve içinde bulundukları durumu, anlamlandırması imkânsızdı. Annesinin yatağına doğru yaklaştığında göğsünden gelen kanları fark etti bu kanlar onu korkutsa da orada duran annesiydi. Yavaşça yaklaştı yatağa tırmandı ve annesinin açıkta kalmış göğsüne doğru başını yasladı, sabaha kadar göğsünden hiç ayrılmadı. Onu kanlı göğüsten ayıran sabah odalarına gelen komşuları Hatice oldu. Gördüğü manzara karşısında şoka giren Hatice'nin attığı çığlık pansiyonda yaşayan herkesi odaya toplamaya yetmişti.
Monika, hayatını kaybetmiş ve ölümün soğukluğu tüm bedenine yayılmıştı, Jürgen bu soğukluğu hayatı boyunca unutamayacak annesi hakkında belki de annesine dair anımsadığı tek hatıra olan bu soğukluğun özlemi hayatını geri dönülmez yollara sokacaktı. Monika ’yı aylardır rahatsız ettiği herkes tarafından bilinen İvan evden kaçmış olsa da ertesi gün polis tarafından yakalandı. Kızının ölüm haberi Herrman Prunkvoll ’e verildiğinde duygusuz adam hayatında ilk kez kızı için bir şey yaptı, kızının cenaze törenine katıldı.
Hayatı boyunca ailesi için işini bir an için bırakmamış olan bu adam o gün bulunduğu cenaze töreninden sonra, hiç istemediği bir evlilik sonucu doğan torununu Dresden'de ki çocuk yurduna Jürgen Prunkvoll ismiyle yerleştirdi. Genelde kilisenin topladığı yardımlarla bütçesini oluşturan yurt o gün Herrman tarafından yapılan bağış sayesinde rahat bir nefes almıştı. Herrman bu yardımı yaptığı için çok memnun olmamıştı ama başına bela olacak bir çocuktan kurtulmanın buna değeceğini düşünüyordu.
Jürgen, yaşadığı sürece bir gece bile yirmi altı Şubat gecesi yaşadığı olayı unutmadı, her gece gözünün önünde tekrar canlanan olay anı yüzünden bölünen uykusu nedeniyle sürekli sancılarla ve kâbuslarla dolu bir hayat yaşadı. Jürgen küçücük bir çocuktu ve kokusunu bile tam olarak hatırlamadığı annesinin kanlar akan göğsünün görüntüsü peşini bırakmadı. O soğuk bedenine uzandığı ve sabaha kadar ayrılmadığı göğsüne bir kere daha başını yaslayabilmek ve o duyguyu yaşamak isteği hiç sonlanmadı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vahşetin Karşı Konulamaz Hazzı
Gizem / GerilimAcılar içinde geçen bir hayat. Yaşadığı ve yaşattığı acılar asla affedilmez. Vahşetin hazzını bir kere tadan insan, insan olmaktan çıkar. Bu hikayeye bulaşmayın, vahşete ortak olduğunuz an vazgeçmeniz imkansız olur...