Şehir merkezinin ortasından atlılar geçiyordu. Yüksek apoletleriyle kalkık göğüslü komutanlar, olanca sesleriyle telaş içinde ne yapacaklarını bilemeyen halka evlerine sığınmalarını, sokaklarda daha fazla dolaşmamalarını haykırıyorlardı.
Elora düğün gecesi düğüne teşrif etmemişti ve Lord Tarust dışarıda onu hazır kıt'a bekleyen askerlerine tehlike sinyalini düğünün gerçekleşeceği salonun avizesine ateş ederek vermiş; dört bir yandaki insan askerler saldırıya geçmişlerdi. Kral Trulium'un kazanacağını tasavvur ettiği sonsuz kuş, birer birer gökten düşmekteydi.
Trulium, yeni bir savaşın ilanıyla daha karşı karşıya kalınca ilk durağı Darra'nın yanı olmuştu. Hala daha tam iyileşmemiş yaralı bacaklarını sürükleyerek, soluk soluğa içeriye giren kralı umursamadan dua eden Darra, kısa bir süre sonra onun yanına doğru seğirten krala yüzünü döndü ve soran gözlerle, sakin ama meraklı bir ifadeyle ona baktı.
Kral olan biteni anlattı, halkı birden bire daha bir önceki savaş taze bitmişken yeniden bir saldırıya uğradıklarını söyledi karşısındaki tanıdığı en bilgili adama. Darra kırlaşmış kısacık saçlarını sıvazladı, ardından eli kirli sakallı çenesine gitti ve orayı kaşıdı. "Bunu sen yaptın." dedi krala. "Bu senin hatan, kendin temizle."
Trulium bunları duymayı beklemiyordu: ömründe duymadığı en pis hakaretleri sıralayan veya daha babacan bir şekilde bir karşılıkla, hangisi olursa olun sonunda ne yapacağını ona söylemesini bekliyordu. Onu bütün evrende tek başına bırakıp hiçbir şey olmamış gibi ellerini göğsünde birleştirmeye dönüp dua etmeye devam etmesini değil.
Darra ona sen kaşındın demişti. Senin yüzünden. Kızına boşuna suç yükleme. Kaderine razı gelmedi ve senin istediklerini yapmadı diye onu suçlu bulamazsın. Trulium kendi kendine, olduğu yerde kalarak krallığını, kendi yönetimindeki tüm o canları düşündü. Milyonlarca, yüz binlerce hayat... Onun ellerindeydi ve o da kendi nefsi arzuları, açgözlülüğü ve ihtirası yüzünden Yüzen Kıta'nın Elf Krallığı'nı git gide batırıyordu. Daha fazla dayanamazlardı, dayanacak gibi değillerdi. İnsanlarla olan daha bir ay kadar önceki son savaşta binlerce Elf askeri yitirilmişti, komutanlar her gün kapısını çalıyorlar, savaş bahşişleri nerede kaldı diye soruyorlardı. Halktan alınan vergileri yükseltmek güzel ve kolay bir seçenekmiş gibi geliyordu ancak, bu sadece daha da derin kazılan bir çukur için gerekli olan kürek olurdu sadece. Trulium durduğu yerde sallanıyordu.
Sanki Gezegen'in kendisi zangır zangır sallanıyormuş gibi geliyordu ona; yanaklarından alevler fışkırıyor, gözleri yanıyor, boğazı acıyordu. Havadaki su zerrelerini yoğunlaştırdı büyüsüyle, kendi üzerine aldı bir nebze olsun serinleyebilmek için. Darra da olağan olmayan bir şeyler döndüğünü sonunda fark etmişti, sakince dönüp bütün vücudu tir tir titreyen Trulium'a ellerini uzattı. Nasırlı elleri havada Trulium'um kalbine doğru yollanırken kırçıllı büyülerle kaplanıyordu. Darra'nın gözleri koyu maviden elektrik mavisine dönüştü ve burun delikleri büyüdü. Darra zorlanıyor gibiydi. Dişlerini sıkıyor, dudaklarını boyuna kıpırdatarak özel büyüler mırıldanıyordu. Trulium'un bilinci kapanıyordu yavaş yavaş. Adam sarsılarak ağlıyordu.
*
Orada bulunan tek erkek, hatta tek insan; burun kemiğini sıkarak oturmuş, hızlı hızlı düşünüyordu. Dudaklarının ve sıkılı dişlerinin arasından karşısında oturmuş sıkıntılı nefesler veren iki kıza, "Babanın krallığını mahvettin, Prenses Elora." dedi ve devam etti: "Ve sen, Karlee, daha önce doğrudan güneşe bile çıkmamış prensese kalkıp ok atmayı öğreteceğim diye kızın aklına giriyorsun." Karlee, "Ama-" diye karşı çıkacak oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Salices
Fantasysana teşekkür ederim. her şeye rağmen nefes almama izin verdiğin için.