Üzerlerinde altın işlemeli akçaağaç yaprağı desenleri parlayan pelerinler her yerdeydi. Çarşıda girilmedik ve sanki prenses yerde serili duran ince halının altında olabilirmiş gibi talan edilmedik dükkan bırakmayan süvarilerin, uçsuz bucaksız ormanda dört bir yana dağılmış ve tavşanları bile sorguya çeken erlerin, elf veya insan fark etmeksizin herkesin evlerine dalan askerlerin sırtlarında, dizliklerinde, botlarında, kınlarında ve miğferlerinde akçaağaç sembolü onları izleyen gözlere caka satıyordu.
Bütün bu harala gürele hali Yüzen Kıta'da devam ederken batı kıyısının yakınlarında bir yerlerde, genç fakat azimli bir asker soğuktan kızarmış burnunu heyecanla çekip var gücüyle bağırdı: "Burada bir kayık var!"
Genç elf o kadar çok bağırmıştı ki metrelerce, kilometrelerce yüksekte uçan dört muazzam yaratığı bile ürkütmeyi başardı. Tabii üstlerindeki dört kişiyi de.
"O ses de neydi?" diye sordu Everly, Morubrum'un ensesindeki boynuzlardan birine hayatı pahasına tutunmuştu ve yine de o kadar meraklıydı ki gözleriyle sesin geldiği yönü taramadan da edemiyordu. Karlee, Morubrum'un arkasında uçan Glacira'nın üzerinde rahatça otururken ileriye doğru, "Düzgün dur, Everly!" diye bağırdı. En önde uçan Nyra'nın yüzünü kimse göremiyordu fakat havalandıkları andan bu yana put gibi oturuyordu. Sesi de henüz çıkmamıştı.
Nyra'nın arkasında Ymwa'yla uçan Elora, durumundan zerre hoşnut değildi. Şu kadarcık bile efendim, hayır. Ona göre o sırtında Ymwa'yı taşıyarak koşup da kaçsa, hatta evet, yüzüp de kaçsa adadan daha mesut olurdu hayatından. Sıkı sıkıya asaletli hayvanın zarif boynundan tutmuş, arada çekiştirdiğini fark bile etmeden gözlerini yummuştu. Ymwa böylesi bir muamelenin birazına bile rastlamamıştı şimdiye kadar. Hatta sırtına şimdiye kadar sadece bir kişinin binmesine izin vermişti, o da yıllar öncesiydi. Arada canı yanıyordu fakat sırtındaki bu küçük çocuğu anlayabilecek kadar çok kişi tanımıştı. Hem ne olurdu ki, şimdiye kadar eline diken bile batmamış zavallı bir prensesçik canını biraz yaksa dünya yanmazdı ya.
Morubrum sadece yok olmayı diliyordu. Alevden bir topa dönüşüp gözlerini bambaşka bir yerde açmanın hayalini kuruyordu. Daha fazla bu hızda ve bu yükseklikte sürünmeye devam ederse ciddi ciddi yapacaktı da. Ancak sırtında bayatlamış hıyar gibi büzülüp duran insanı aklına getirince vicdanı engelliyordu onu. Evet, türünün en büyük örneklerinden olan, gerçek manada ateşle oynayan ve göz pınarlarından zalimlik akan bir yaratığın bile bir kalbi vardır. Ve bir de, Ymwa'nın önünde uçan Alfa. O da vardı tabii.
En arkayı kollayan Karlee ve Glacira'nın keyifleri, halleri vakitleri yerindeydi. Glacira arada bir takla atıyor, yavaşlayıp öndekilerle arayı açıyor ve Karlee'yi eğlendirmek için havaya cızırdayan ışık topları bırakıyordu. Parlak pullu burnunu değdirdiğinde ufacık bir havai fişek gibi dağılan büyüler, her seferinde Karlee'yi kıkırdatıp duruyordu.
Saatler geçti. Kimse konuşmuyordu ancak herkesin konuşacak bir şeyi vardı. Öncelikle hepsinin karnı kazınıyordu, mideleri sırtlarına yapışmıştı ve dudakları yarık yarık çatlamıştı soğuk rüzgar ve susuzluktan. Karlee artık kendi kendine kıkırdamıyordu, Elora yorgunluktan ve üşümekten Ymwanın ensesinde uyukluyordu ve Ymwa da düşmesin diye boynunun iki yanındaki iki küçük kanadı da açıp ona destek yapmıştı. Gerçi bu onu uçarken normalde olduğundan daha çok yoruyordu ama olsun.
Everly hala boynuzu tutuyordu ama artık daha rahattı, hem de havadaki grupta üşümeyen tek kişiydi çünkü Morubrum hava soğudukça hem kendi hem de sırtındaki için ancak en çok kendi için vücut ısısını hafif hafif dışarıya bırakıyordu, büylece iç ısısı dışarınınkiyle eşitleniyor ve hayvanın vücudundan çıkan buharla Everly gereğinden fazla bile ısınmış oluyordu. Nyra ise hala aynı duruyordu. Duruşunu biraz bile bozmamıştı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Salices
Fantasysana teşekkür ederim. her şeye rağmen nefes almama izin verdiğin için.