3. Bölüm - Ölüm

330 56 176
                                    

Odada bir tahta parçası aradı. Kırılmış ve yer yer çürümüş ahşap dolabın bir rafını yatağın başına vurarak parçaladı. Çubuk gibi elinde tutabileceği bir parça elde edince yatağın örtüsünü yırtıp bu çubuğun etrafına doladı. Asker ceketinin cebinde bir kibrit kutusu vardı. Onu alıp bezi ateşe verdi. Kendine bir meşale yapmıştı şimdi. 

Rahatsız edici bir sessizliğin içine doğru yürümeye başladı. "Kimse var mı?", bir yandan sorusuna karşılık gelmesinden korkuyor, bir yandan da onu kurtarabilecek birine rastlamak için dua ediyordu. Keşke öyle biri olsaydı. Birkaç hafta öncesine kadar olduğunu sanıyordu; yalnız başına olduğunu, kimseye güvenmemesi gerektiğini yeni öğrenmişti. Ama insan duygularına yenik düşüyordu işte, güvenmek istiyordu; sevildiğine, korunduğuna, değer verildiğine inanmak. Tek başına olduğunu kabullenip mücadeleye devam etmeye kararlıydı.

İlerlemeye devam etti. O kadar karanlıktı ki elindeki meşale yalnızca ayaklarını görmesine yarıyordu. Nereye gittiği hakkında hiçbir fikri yoktu. Sadece adım atıyor ve her bir adımını sayıyordu. Hiçbir yere ulaşamazsa, ya da bir tehlikeyle karşılaşırsa ters yönde yine aynı sayıda adım atarak kaçabilmeyi planlamıştı. 1, 2, 3 adımlarını saymaya başladı. 4,5,6... Bu plan Hansel ve Gratel'in ormanda ekmek kırıntılarını takip etmelerine benziyordu. 10,11,12... Sonu başından belli olan, saçma bir plandı ama en azından dikkatini toplamasına yarıyordu. 17,18,19... Kaça kadar saymaya devam edebilirdi? 37,38,39... Umarım düz ilerliyorumdur, diye geçirdi içinden. 61, 62, 63... Fark etmeden çember çiziyor olabilir miyim? 114, 115, 116 ... Kimse var mı? 157,158,159... Kaça ulaştığında geri dönemeye karar vermeliydi? 196, 197, 198... Beni duyan var mı? Terliyordu. Burası çok sıcaktı. Elindeki ateş sıcaklığı daha da artırıyor, onu terletiyordu. 206,207,208... Nefes almakta güçlük çekmeye başlamıştı. Bilinci kapanıyordu. Burası kaç derece? 244, 245, 246 Burada öleceğim. Cesedimi bile bulamayacaklar. Elindeki ateş sönmeye başlamıştı. 285, 286, 287 ateş tamamen söndü, cebindeki kibritle yeniden yakmaya çalışsa da kibrit yanmıyordu. Zaten bir işine yaramadığını düşünüp yürümeye devam etti. 297, 298...  ve bir şeye çarptı. Neye çarptığını anlayabilmek için sendeleyerek bir adım geri çekildi. Bir kutuya benziyordu. Ellerini tahtadan yapılmış, boyu dizine kadar gelen bu büyük kutunun üzerinde gezdirdi. Kutunun kapağını hissetti, kapağın üzerinde bir kilit vardı. Kilidi eline aldı. 3 basamaklı bir şifre olmalıydı bu, çünkü üç küçük tekerlek gibi bir mekanizma hissetmişti. Parmaklarını rastgele sürtmeye başladı, belki şans eseri açabilirdi. Hiçbir şey göremiyordu, her yer zifiri karanlık ve çok sessizdi. Duyduğu tek şey nefes alışverişi ve yerinden çıkacakmışçasına atan kalbinin çarpıntısıydı.

Defalarca denedikten sonra kilidi açamayacağını anladığında kutunun etrafından dolanarak en yakındaki duvara gitmeye çalıştı. Sağ elini önüne uzatarak duvara değene kadar sağa doğru ilerledi ve birkaç adım sonra soğuk duvarı parmaklarında hissetti. Sırtını tamamen duvara yapıştırarak ilerledi. Bir kapıya, pencereye, dolaba ya da herhangi bir şeye ulaşmak istiyordu artık. Bu kutu dışında hiçbir şey yoktu sanki ve bu çok saçmaydı. Yürüdü, yürüdü, yürüdü...

Taa ki yine bir duvara çarpana kadar. Karşısına bir duvar daha çıkmıştı. Şimdi de bu duvarı takip etmeye başladı. Artık adımlarını saymayı bırakmıştı. Kaç dakikadır bu karanlık yerde yürüdüğünü bilmiyordu. Saatler geçmiş bile olabilirdi. Zaman-mekan algısını kaybedeli çok olmuştu. Ama günlerce kapalı kaldığı zindanda karanlığa o kadar alışmıştı ki, yabancılık çekmiyordu.

Susuzluktan kuruyan dudakları yine kanamaya başladı, ağzına gelen demir tadı bomboş olan midesini iyice bulandırmıştı şimdi. Kusmak istiyordu ama çıkarabileceği bir şey yoktu midesinde, bomboştu. Karnına bir kramp saplandı sanki. "Bir sen eksiktin, gerçekten. Çok teşekkür ederim." diyerek söylendi. Birkaç adım daha attı fakat karnındaki sancı öyle şiddetliydi ki bir çığlık atarak öne doğru katlandı. Canının hiç bu kadar yandığını hatırlamıyordu. Sanki karnı yarılmış ve bağırsakları dışarı çıkmaya çabalıyordu.

Tişörtünü sıyırıp karnında daha önce fark etmediği bir kesik olup olmadığını kontrol etti. Bu sancının başka bir açıklaması olabilir miydi? "Aah!" bağırmaya devam etti. Birinin onu duyup duymaması umurunda değildi, ölüm burnunun dibindeydi. Dizlerinin üzerine kapanmış kesik kesik çığlıklar atıyordu. Alnında terler birikmişti, nefes almakta zorlanıyordu. Ne zamandır bu kapalı alandaydı? Oksijensiz kalmıştı ya da zehirli bir gaz mıydı soluduğu? Astım krizi geçirircesine öksürüyor nefes almak için çırpınıyordu. Bağırabilecek kadar bile nefesi kalmamıştı. Birileri boğazını sıkıyordu adeta.

"Yüksek Ordu, beni buldular. Tabii ya, çok aptalım. Kaçabileceğimi sanmam bile aptallıktı. Beni bilerek bıraktılar, halime gülmek için. Daha çok acı çekmem için. Şimdi beni izleyip alay ediyorlar. Ölüşümü keyifle seyrediyorlar. Eserlerini izlerken kahkaha da atıyorlardır. Ne kadar zavallıyım."

Bir eliyle karnını tutarken diğer eliyle yeri yumrukluyordu. "Hepinizden nefret ediyorum. Ben suçlu değilim, günahkar değilim. Hepsi sizin suçunuz. Hepinizin, hepinizin ölmesini diliyorum. Benim gibi, acı çekerek ö-ölün. A-ayaklarınıza ka-panmayacağım. Ben... be..."

Gözlerinden yaşlar süzülürken kalan son nefeslerini bu sözleri söylemeye harcadı. Öldüğünün farkındaydı, ama ölürken geri adım atmadı. İmparatorluk'un da Işık Krallığı'ndan bir farkı yoktu. Artık yıkılması gerekiyordu. Alin sadece normal bir insan gibi hayatını sürdürmek istemişti. Başına gelenleri o seçmemişti. Kimseye bir düşmanlığı yoktu. Ama ona cehennemi yaşatmışlardı.

Ama asıl cehennem neydi biliyor musunuz? Düşmanınızın size çektirdiği acılar değil, en sevdiğinizden gelen ihanetti. Ve Alin, gözleri kapanıp yere yığılırken bile yine o anı düşünüyordu. İhanete uğradığı anı. Aşık olduğu adam tarafından nasıl da düşmana teslim edildiğini. Hayatının bir gecede nasıl harabeye döndüğünü. Bir gecede nasıl vatan haini ilan edilip, zindanlara götürüldüğünü. Son birkaç haftada yaşadığı her şey gözünün önündeydi şimdi.

Ne yediği dayaklar ne gördüğü işkence, ne askerlerin gülüşleri ne imparatorun nefret dolu bakışları. Ne kanayan yaraları ne de tüm vücudunu kaplamış morluklar, kırık kemikler. Hepsi geçmişti de sanki o kalbindeki sızı duruyordu orada.

Ölürken bile celladına aşıktı. Kalbini paramparça eden adam için son kez atıyordu kalbi şimdi. "Başka bir hayatımız olabilirdi. Mutlu olabilirdik, hayalimizdeki hayatı yaşayabilirdik." diye geçirdi aklından. Onunla tanıştığı ilk anı anımsadı. Hatıralarımda böyle kal, dedi. O gece yaşanmasaydı sahip olabileceği hayatı düşünüp, burukça gülümsedi. Kafası yere düştü. Sonrası karanlık.

Işık Krallığı (Yetişkin İçerik)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin