1. Bölüm - Kaçış

1.2K 91 630
                                    

Dışarıda yağmur çiseliyordu. Ucu kana bulanıp, ıslanmış sigarasından bir nefes daha alıp, yere attı. Üşümüştü. Ne kadar yorgun düştüğünü, vücudundaki yaraların ne kadar acı verdiğini yeni hissetmeye başlamıştı. Eliyle dudağındaki kanı sildi. Ağzındaki pas tadı midesini bulandırmıştı. Yağmurdan ıslanmış saçları ve üzerine yapışmış kıyafetleri, zaten üşüyen bedenini iyice donduruyordu.

Yaklaşık yarım saattir burada saklanıyordu. Kaçmayı başarmıştı, en azından şimdilik. Ne yapacağını düşünmeye başlamadan önce, donarak ölmemek için bir çare bulması gerektiğinin farkındaydı. Yüksek Ordu'nun elinden kurtulduktan sonra soğuk yüzünden ölmesi ne ironik olurdu ama.

Oturduğu yerden kalkmadan etrafta göz gezdirmeye başladı. Ortamı aydınlatan tek şey; demir parmaklıkları paslanmış, küçük pencereydi. Pencerenin kırık camından içeriye yağmur suları giriyordu. İki tanesi ranza olan beş yatak saydı. Yatakların yanı başında iki küçük komodin bulunuyordu. Tam karşısındaki duvarda kapakları olmayan bir dolap. Odaya berbat bir koku hakimdi. Yanından bir farenin geçmesiyle sıçradı. Kendine gelip ayağa kalktı ve işine yarayabilecek bir şeyler bulabilme umuduyla odayı aramaya başladı.

Tahtaları yer yer çürümüş komodin çekmecesini zorlayarak açtı. İçi boş ilaç şişeleriyle doluydu. İlaçların üzerinde ne yazdığını göremiyordu ama hepsinin aynı ilaç olduğu belliydi. Şişeleri kaldırarak çekmeceyi yoklamaya devam etti. Eline sert kağıt parçalarına benzer bir şeyler geldi. Pencerenin yanına yaklaşarak içeriye sızan minik ışıkta bunların ne olduğunu anlamaya çalıştı. İki adet fotoğraf tutuyordu. İlk fotoğraftaki genç ve güzel bir kadındı. Diğer fotoğraftaysa bir kadın kucağındaki bebeğiyle birlikte gülümsüyordu. Fotoğrafların arkasına eski dilde bir şeyler yazılıydı. Tek okuyabildiği tarihlerdi. 2451 ve 2457. İmparatorluk kurulmadan kısa bir süre öncesiydi. Fotoğrafları cebine koyup diğer komodine baktı. O da aynı şekilde boş ilaç kutularıyla doldurulmuştu. Şişelerin altını üstünü iyice yokladı ancak başka bir şey bulamadı.

Ayağı kaydı, bir sıvıya basmıştı. Ne olduğunu anlamak için eğildi ve parmağıyla sıvıya dokundu. Parmağını burnuna götürüp kokladığında bunun kan olduğunu anladı. Kendi kanı, bacağındaki yara oluk oluk kanıyordu.

Yataklardan birine oturarak sararmış yastıklardan birinin kılıfını çıkarıp yırttı. Her ne kadar pis de olsa, bacağındaki yaranın sarılması gerekliydi. Her geçen dakika yaraları daha da fazla sızlıyordu. Pantolonunu yukarı sıyırıp bacağını sarmaya başladı. Yüksek Ordu askerlerinden kaçtığı sırada yakalanıp yere düşmüş ve askerlerden biri bacağına bıçağını geçirmişti. Hızlı bir reflekse kendini sola yuvarlamasaydı o bıçak kemiğini paramparça eder ve muhtemelen şu anda zindanlarda idamını bekliyor olurdu. Neyse ki sadece derisini kesmişti. Dikiş gerektirecek bir şey olmadığını ümit etti. Basitçe bir sargı yaparak "Lütfen bana sorun çıkarama." diyerek dua etti.

Kılıfını yırttığı yastığa başını koyup uzandı. Vücudunun ağrısından bağıra çağıra ağlamak istiyordu. Şimdi biraz dinleneyim sonra ne yapacağımı düşünürüm diye geçirdi içinden. Kafasını çevirirken boynunun altında bir hışırtı duydu. Eliyle yastığı iyice yokladı. Bir kağıt parçasına benziyordu. Yattığı yere doğrulup yastığı parçalamaya başladı. Elyafların arasında duruyordu kağıt. Kağıdı alıp yeniden pencereye ulaştı. Noktalama işaretlerinden anladığı kadarıyla üç cümle yazılıydı. Bunda da yine eski dil kullanılmıştı. Eski dil ise yasaklıydı. 2458 yılında kurulan İmparatorluk eskiyi yasaklamıştı. Alin, gizlice öğrenmeyi denemişti ama pek başarılı olduğu söylenemezdi. Eski kitaplar ortadan kaldırılmış; eskiye dair her şey yakılıp yıkılmış, öldürülüp yok edilmişti. Eski, yasak demekti. Günah demekti. Krallık bir hataydı, insanlığın utanması gereken bir hata. Unutulmalı, sıfırdan bir devlet kurulmalıydı. Tam da öyle olmuştu. İnsanlık geçmişe öfke duyuyordu. Artık Yeni Gelecek vardı. Sonsuz İmparatorluk, ışığı getirecek olan. Notu da fotoğrafın yanına, cebine koydu.

Yataklardaki kurumuş kan lekelerini fark etti. Öbek öbek koyu kırmızı lekeler. Hatta duvarlar da kanlarla kaplıydı. Yatakların kenarlarındaki duvarlarda koskoca kan izleri vardı. Sanki kırmızı göller resmedilmişti. Odada dolanmaya başladı. Nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu. Canını kurtarmak için bulduğu ilk deliğe girerken nereye gidiyorum diye düşünecek fırsatı olmamıştı. Duvarlarda yine eski dilde bir şeyler yazılıydı. İçinde madde madde yazıların olduğu bir çerçeve vardı. Sanki talimat gibiydi. Bir hastane odasında olduğunu düşündü.

Tünel gibi, karanlık bir yoldan geçtiğini hatırladı. Arena merkezinin yakınlarında, peşinde Yüksek Ordu askerleriyle koşuyordu. Askerleri en son orada görmüştü. Ayağı takılmış ve çalıların arasına yuvarlanmıştı. Ardından da kendini bu karanlık ve uzun tünelde bulmuştu. Tünelde ne kadar koştuğunu anımsayamıyordu, ama ona saatler sürmüş gibi gelmişti. Sanki hiç bitmeyecek, karanlık bir yoldu. Sonundaysa bu küçük pencereli odaya ulaşmıştı işte. Ardından da sessizlik. İzini kaybettirmiş olmalıydı. En azından öyle umuyordu.

Hava iyice kararmış, pencereden sızan minik ay ışığı da artık yok olmuştu. Etrafını pek görebildiği söylenemezdi. En azından geceyi burada geçirebilirim, diye düşündü. Yarın bir çare, bir çıkış yolu ararım. Kapanan gözlerine karşı koyamıyor, hiçbir şey düşünmeden sadece biraz uyumak istiyordu. Çok yorulmuştu; günlerdir uykusuz kalmış, pek çok kez dayak yemişti. Henüz bir aynaya bakacak fırsatı olmamıştı, baksa belki de göreceği yüzü tanıyamayacaktı. Kaşı ve dudağı patlamış, alnı ve elmacık kemikleri morarmış, sağ gözü kan toplamıştı. Sırtında ve karnında oluşmuş darbe izlerinden habersizdi. Bir haftadır tüm bunlara alışmıştı, acısını hissetmiyordu. Ağrıyla kaplı vücudu, yorgunluk ve stresten patlayacak olan beynini bir kenara bırakırsak hissettiği tek acı bugün bacağını yaralayan bıçağın sızısıydı.

Ama aslında en büyük acı kalbinde değil miydi? En çok da oradan yaralanmamış mıydı? Uğradığı ihanetin sancısı gördüğü tüm şiddetlerin en ağırıydı oysaki. Tamiri imkansız olan, hiç iyileşmeyecek olan yarasıydı o. En beklemediği anda, en güvendiğinden gelen darbe.

Tamamen uykuya teslim olmadan önce düşündüğü son şey bu oldu. Olayların nasıl buraya geldiği. 

Işık Krallığı (Yetişkin İçerik)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin