22. Bölüm - Sessizlik

46 5 0
                                    

Selamlarrr!

Öncelikle 4k olduğumuzu duyurmak ve teşekkürlerimi sunmak isterimm. Son zamanlarda okunmanın bu kadar artmış olmasına hala inanamıyorum. Yaklaşık 2 aydır bölüm atamıyorum. Bunun sebeplerinden biri bitirme tezimi tamamlıyor olmam, diğeri ise hesaplarımı çaldırmış olmam. Bu nedenle bir süre wattpade dahi giriş yapamadım maalesef. Ama hesapları kurtardım, tezimi tamamladım. Yani kısacası daha sık bölüm atmaya geldimm!

Aktif olmadığım bu süre boyunca pek çok okuyucu kazanmışım. Gelen oyları, yorumları gördükçe hızla artan istatistiklere baktıkça içim açıldı. Hepinizi öpüyorumm 😘

Bu kadar beklemenin ardından size bomba gibi olduğunu düşündüğüm bir bölüm bırakıyorum. Umarım beğenirsinizz. Yorum yapmayı lütfen unutmayın.

İyi okumalarrr ❤️

***

Timur'u sarsmadan götürebilecekleri, el yapımı bir sedye hazırlamışlardı. Sedyenin başucunu tutan Bora en önde ilerlerken diğer ucundan da Alin taşıyordu. Zaten ekibin en zayıf üyesi olan Timur, şimdi daha da çelimsiz görünüyordu. Gözleri kapalı, bitkin bir haldeydi. Ten rengi beyaza çalıyor, dudaklarının kenarları morarmaya başlıyordu. Yola koyulmadan önce onu orada bırakmaları için son nefeslerini harcasa da, Bora ancak onu öldürmeyi başarırsa bu teklifi kabul edeceğini söylemiş, böylece yola koyulmuşlardı.

Talya, sırtına taktığı oksijen tüpüyle sedyenin yanında yürüyordu. Aslında planın ilk aşamasında Talya'nın sedyeyi, Alin'in de tüpü taşıması konuşulmuştu ancak içinde bir alev kaynağı bulunduran ve farkına varmadan her an her şeyi tutuşturabilme potansiyeli olan birine oksijen tüpü verme fikri mantıklı gelmemişti.

Zeren'in tekerlekli sandalyesini kaçtıkları esnada bıraktıkları için Barkan onu sırtına almak zorunda kalmıştı. En arkada ise peşlerinde sürükledikleri yaratıkla birlikte Liva ve Aral takip ediyordu. Kulaklarında kulaklıkları, birkaçının elinde fenerleri vardı. Bir yaralı, bir sakat, bir de üç yüz kilo ağırlığında bir mutant taşıdıkları ekip tehlikeye açıktı. Üstelik yaptıkları planı enine boyuna konuşmayıp doğrudan uygulamaya koyulmuşlardı. Fazla iyimser bir bakış açısı benimsemiş; karşılarındaki kişinin yıllardır kıtaya hükmeden, emrinde binlerce askeri bulunan bir imparator olduğunu göz ardı etmiş gibilerdi. Üstelik bu kişi daha birkaç gün öncesine kadar onu bir hücrede tutuyordu.

Geldikleri yere doğru ilerlemediklerini fark etmesi uzun sürmedi. Bora onları başka bir çıkışa götürüyordu. Her adımında karanlığın kalbine indiğini hissediyordu. Daha ne kadar karanlık olabilir diye düşündükçe dahası geliyordu. Ellerindeki fenerler bile yollarını aydınlatmaya yetmiyordu.

Burnuna yanık kokusu doldu. Yine bilinçsizce bir şeyleri yaktığını düşünerek ellerine baktı telaşla. Bir şey yoktu, hiçbir yeri ateşe vermemişti henüz. Durdular, kokuyu diğerleri de almıştı. Arkalarını dönüp geriye baktıklarına dalgalanan bir ışık gördüler. Işık az önce ayrıldıkları kulübeden geliyordu, çok da uzakta değildi. Kulübeleri yanıyordu.

Çıkarken mumları söndürmüşlerdi oysa. Unuttukları bir mum olabilir miydi, yangını başlatacak bir kıvılcım? Tahtalardan yapılmış kulübenin tamamen yanıp kül olması için minicik bir alev bile yeterliydi.

Yanında duran Talya'ya baktı. Genç kız aklından geçen soruyu anlamış ve başını hayır, hiçbir şey unutmadık dercesine sallamıştı. Gözleri Barkan'ı bulduğunda "Buradalar." dedi genç adam dudaklarını oynatarak. İşaret parmağıyla yeri gösterdi.

Herkes çaresizce Bora'ya baktı, ne yapacaklarını söylemesi için. Bora, diğerlerinin aksine sakindi. Ya da sakin görünmeye çalışıyordu. Gözleri öfkeyle parıldarken sesini duyamasalar da ne dediği açık ve netti. "Daha hızlı."

Işık Krallığı (Yetişkin İçerik)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin