Herkesten kaçmak ve uzaklaşmak için geldiğim bu yerde kendimle yüzleşeceğimi bilsem adımımı dahi atmazdım o evden. Çıkıp gitmez, odamın bir köşesinde sessizce ağlar yalnızlığıma sarılırdım. Tüm eşyalarımı küçük bir valize sığdırdım. Onca hevesle aldığım tüm eşyalarım küçücük bir valize sığınca anladım tüm heveslerimin ne kadar gereksiz ve yalandan ibaret olduğunu. Şimdi bu yıkık dökük evde tek başıma otururken sehpanın üstündeki suyu almaya bile mecalim yok. Boğazımdaki yumrunun bir yudum suyla geçeceğini bilsem ırmakları bile avcuma alır içerdim. Ama geçmeyeceğini biliyorum.
Beni düşüncelerimden sıyıran şey eski püskü boyası olmayan kapımın çalış sesiydi.
"Chan bey ben Changbin. "
Duyduğum sesle son gücümle yerden kalkıp kapıya adımladım. Ağır adımlarım tahta zemini gıcırdatarak ilerledi. Kapıyı açtığımda karşımdaki beden bana acır gibi baktı. Ya da endişe . Tam da anlayamadım.
"Buyrun? "
"Rahatsız etmedim umarım. Ben bu köyün şerifiyim. Sizin yeni geldiğinizi duydum. O yüzden hoş geldiniz demek istemiştim. "
Elindeki beze baktım. İçinde benim için bir şeyler getirdiğini tahmin ediyorum. Bense adamı kapının önünde dikiyorum. Ah aptallık.
"Yok rahatsız etmediniz. Buyrun içeri buyrun. "
Şerif ağır adımlarla koltuğa oturdu. Gerçi ona koltuk demek ne kadar doğru bilemem. Yerinde gergince bacaklarını salladı. Ben de karşı koltuğa geçip oturdum.
"Tekrardan hoş geldiniz. Bunu sizin için getirdim. Buyrun. "
"Ah ne gerek vardı. "
Elindeki bohçayı alıp mutfağa götürdüm. İçinde bir çeşit peynir olduğunu gördüm. Bununla ne içilebilir diye düşünürken. Raftaki kırmızı şarap gözüme ilişti. Hemen şarabı açıp iki kadeh aldım. Peyniri de dilimleyip küçük bir kabın içine koydum. Elimdekilerle salona gelip, elimdekileri küçük sehpaya bıraktım.
"Teşekkür ederim. Buyrun içmez misiniz? "
"Aslında kırmızı şarabı çok severim. "
"Ah öyle mi? Ben de. "
Sanki çok mutluyum gibi bir de gülümsüyorum. İki kadehe de şarabı doldurup birini ona uzattım. Diğerini kendi elime alıp bir yudum aldım. Ucuz bir şarap olmasına rağmen boğazımdan akıp giden ekşi aroması beni ufak da olsa heveslendirdi.
Onun şarabı içmesini izledim. Boğazından yumru yumru geçen şaraba baktım. Adem elması hafifçe inip kalktı. "Güzelmiş."
Onaylar şekilde kafamı sallayıp onu izlemeye devam ettim. Bakışlarım rahatsız edici mi bilmiyorum. Genelde tanıdığım herkes bu bakışlarımı rahatsız edici bulur ve ona bakmamamı söyler.
"Sizi hangi rüzgar attı buraya? "
"Rüzgardan çok bir fırtına diyebilirim. Aslında önemsiz. Buraya biraz kafa dinlemeye geldim diyebilirim. "
Şarapla ıslanan dudaklarını tek hamlede yalayarak temizledi. Şarabın dibini görene kadar konuşmaya devam ettik. Arada sustuk. Arada sadece bakıştık. Bir insanla bu kadar konuşmayalı bir hayli zaman olmuştu. Sanki içimden bir şey dışarı çıkıp uçmak ister gibi karnımı zorladı. Sanki kusmak istemek gibi ama midemde olanları değil. Kendimi tuttum. Bu hic tanımadığım yabancıya bir gecede karanlıklar gösteremedim. Göstermek de istemedim. İçimdeki istek denizi bir okyanus olup beni boğmak üzereyken benden müsade isteyip evden çıktı. Giderken omzuma küçük bir dokunuş verip pat patladı.
"İyi geceler Chan bey. Umarım burayı seversiniz. "
"İyi geceler Changbin. "
O kapıdan çıkıp gittikten sonra kapıyı kapatıp hemen yere çöktüm. Dirseklerimi kendime çekip bir süre öyle bekledim. Omzuma dokunduğu yer sanki yemeğin buharında yanmışcasına sızlıyor. Geriye tatlı bir acı bırakıyor. İlk başta bu sızıyı anlamasam da yastığa başımı koyduğumda bu sızının sebebini anladım. Uzun zamandır kimse bana içten bir şekilde dokunmamıştı. Bu gerçeklik yüzüme tokat gibi çarparken kendimi sızarken buldum. Bu iğrenç yatakta gözlerimi kapatıp cenin pozisyonunda uykuya daldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nida | BinChan
General FictionHerkesten kaçmak ve uzaklaşmak için geldiğim bu yerde kendimle yüzleşeceğimi bilsem adımımı dahi atmazdım o evden. Çıkıp gitmez, odamın bir köşesinde sessizce ağlar yalnızlığıma sarılırdım. Tüm eşyalarımı küçük bir valize sığdırdım. Onca hevesle ald...