XXVI-Maskeler

25 0 0
                                    

XXVI-Maskeler

Bakışlarımız hızla kapıya dönerken, Gölge ayağa kalkıp, beni arkasına doğru çekti.

“Burayı bulmuş olabilir mi?” Dedim fısıltılı bir ses tonuyla. Kast ettiğim kişi tabikide Haylazdı. “Bilmiyorum kalabalık gibiler” aynı tonda fısıldamıştı. “Sen varken kapıyı açma riskine giremem. Gel benle” bir kolumdan aceleyle çekiştirmeye başlamıştı. Hemen yatağın arkasındaki duvarda yerde kare şeklinde bir havalandırma vardı. “Saçmalama kutu kadar. Buraya giremeyiz” diye söylendim kolumu kurtarmaya çalışarak. “Her gece buradan dışarı çıkıyorum Nil, gir çabuk” dedi uyarır bir tonda.

Birileri artık kapıya yumruk atmaktan vaz geçmiş omuz atarak kırmaya çalışıyordu. Hızla havalandırmanın küçük demirliğini çıkardık ve önce ben girip dört, beş adım emeklediğimde Gölge de girdi. Sadece emekler pozisyonda durabiliyor ve karanlıktan ileriyi göremiyordum. Gölge havalandırmanın demirini geri taktığında, bana doğru yani karanlığa doğru gelerek vücudunu gizledi. Hemen önümüzde yatak vardı. Biri eğilip altına bakmadığı sürece, bu havalandırmayı göremezdi. En kötü arkamızda bir çıkış yolu vardı, olabildiğince hızlı kaçardık.

Burada beklediğimize göre Gölge, gelen kişilerin kim olduğunu öğrenmeye çalışıyordu. Deponun kapısı gürültüyle açıldığında, hemen bir elimi ağzıma bastırdım ve olabilecek bütün gürültülü soluklarımı susturdum. Gölge tam olarak yüzünü deponun içine dönmüş, duyabileceği tüm seslere kulaklarını açmıştı. “Hani buradaydı lan ? “ deponun içinden yankılanan ses bir an titrememe neden oldu. “Buraya girmiş olması lazımdı abi” Haylaz’ın sesini duymamla kaşlarımın çatılması bir oldu. Her delikten çıkıyordu pislik herif. “Olması lazımdı mı? Bir olasılık için mi depo bastık biz haylaz! Kendini zorla öldürtme bana.” Adamın sesi giderek yoğun bir hâl alıyor ve titremelerimin artmasına neden oluyordu. Bu işe kendin bulaştın kızım, şimdi korkunun ecele faydası yok, diye uyardım kendimi.

“Abi benim hatam affet ama zorla gelmek isteyen sendin, bir kontrol et-“ Haylaz’ın sesini yanındaki adam bağırarak kesmişti. “Zevzek zevzek konuşma sabahın köründe silahla depo basıyoruz sen ne anlatıyorsun hâlâ lan! bul şunları ve kamera var mı kontrol et çabuk!” Ayak sesleri ve deponun kapısının açılması peşpeşe olmuştu ancak tanımadığım adam hâlâ deponun içindeydi. Elimi ağzımdan bir an olsun çekmemiş ve ses çıkarmamak için hiç hareket etmemiştim. Artık kaslarım uyuşmaya başlamış ve kollarım iki büklüm olduğu için zonkluyordu.

Gölge sadece içeriyi dinliyor, bir heykel olduğuna şüphelenebileceğim boyutta, hareket etmiyordu. Telefon çalma sesi duyduğumda doğrudan kendi telefonuma baktım ve derin bir nefes verdim. Neyse ki benim telefonum değildi. “Alo? efendim maalesef bulamadık.” içerideki adamda başka birinin kuklasıydı. Bu sarmal giderek büyüyor ve sarmaşıklar ile kuklalar giderek çoğalıyordu. Haylaz’ın kuklası olduğu bu adam, başka birinin piyonuydu. Bu durum şaşırmama neden olsa da, bu hikayede Gölge’nin yerini çok merak ediyordum. Tüm bu piyonlar ve bu kuklalar, neden bu adamın kimliğini arıyordu? “Derhal efendim. Sorumu maruz görün lütfen. Neden tüm çete bu ipsiz sapsız adamı arıyoruz?” sanki aklımı okumuş gibi bendeki soru işaretlerini, telefonun karşısındaki adama iletmişti. “Asla sorgulamadım efendim. Ne derseniz o” dediğinde işe yarar bir cevap alamadığını anladım. Adam bir hışımla depodan çıktığında, telefonla konuşmaya devam ediyordu.

Kapının gürültüyle kapanmasının ardından elimi ağzımdan çektim ve derin bir nefes aldım. Emekleme duruşunu bozup yere oturdum ve havalandırmanın soğuk zeminine sıkışabildiğim kadar yaslandım. Gölge de geri dönmeyeceklerini anlamış olacak ki aynı şekilde bir adım mesafe uzağımda yere oturdu ve dar alan ele verdiğince kafasını geriye yasladı. Neyseki klostrofobim yoktu. “Haylaz deponun etrafına bakıyordur, şimdi çıkmayalım.” Kısık sesi kulaklarıma ulaştığında ışığın elverdiği ölçüde onu görmeye çalışıyordum ama görebildiğim bir silüetten fazlası değildi.

“Onlar kim tanıyor musun? “ dedim telefonla konuşan kukla ve sahibinin kim olduğunu merak ediyordum. Ellerini yüzüne götürdü ve bir müddet bekledi. “Hatırlamıyorum” dedi sıkkın bir sesle. Bu cevaptan gram bir şey anlamamış bir şekilde ona bakıyordum. “Ne demek hatırlamıyorum? Gölge onları gördün mü ya da şu son konuşan adamın sesini hatırlamıyor musun? “ ben ardı ardına sorularımı sormaya devam edecektim ki Gölge beni durdurdu. “Bak Nil, anlatamam ya da açıklayamam belki ama bazı şeyleri hatırlamıyorum, hatırlayamıyorum” içindeki acı ses tellerine düşmüş ve titreyen sesi bana ulaşmıştı. Ben ise bu durumu idrak etmekte her zamanki gibi zorlanıyordum . Bu Gölge benim tanıdığım ya da tanımaya çalıştığım Gölge değildi. Kafasını koluna, kolunu dizine yaslamış, yüzü bana dönük ve kısık soluklar alıyordu. Sesi konuşurken titriyordu. Gözleri de dolu muydu? Bu adamın en zayıf anı, gördüğüm şuan mıydı? Bir elini zaten karışık olan saçlarına daldırdı.

“Hatırlamak için her şeyimi verirdim Nil. Hayatımı, kalan ruhumu. Sırf bir kaç anı hatırlamak için neler feda etmezdim. Bilmiyorsun” Sözlerine kattığı yeni kelimeler boyunlarına ip geçirilmiş mâhkumlardı. O mâhkumların çığlıklarını hissediyor ve onları özgür bırakmak istiyordum ancak hepsi günün sonunda birer suçluydu. Zar zor bir araya getirdiğim kelimeler aklımda mantıklı bir cümleye düştüğünde, bir elimle Gölge’nin kolunu tuttum. “Gölge, daha önce hiç yakın zamanda doktora gittin mi? “ minik bir yutkunma ile sözlerimi tamamlamıştım. Nasıl konuşacağımı, nereden başlayacağımı bilmiyordum ama sağlık meslek lisesi bilgilerim bana hiç istemediğim şeyler söyletiyordu.

“Bu da nereden çıktı? Nil, ne düşünüyorsun söyle! Neyim var benim?” dedi ses tonundaki çaresizlik ellerimin terlemesine neden oldu. Onu bırakıp tekrar geriye yaslandığımda, bu kez ben saçlarımı gelişigüzel bir şekilde çekiştirdim. “Bilmiyorum ama bir tahminim var.” Sesim giderek kısılıyordu ve bir şeyler söylemem gerektiğini biliyordum. “Bir çesit demans yani zihin bulanıklığı veya kaybı dediğimiz bir süreç yaşıyor olabilirsin. Bu çok zor bir durum ancak atlatabilirsin” dedim gözlerime olabildiğince umut eklemiştim. İlk defa zihin bulanıklığı yaşayan biriyle karşılaşıyordum. Gölge’nin gerçekten anıları ve bir kimliği yok muydu?

Böyle bir vaka ilk defa görüyordum. Üstelik yaşı bu hastalık için çok gençti. “ Ben bilmiyorum, doktorla ilgili hiçbir şey hatırlamıyorum.” İkimizinde gözleri, bu hafif karanlığa alışmış artık birbirimizi rahat bir şekilde görebiliyorduk. Gözlerinde gördüğüm ilk şey acıydı. Saf, duru bir acıyı en son aynada kendi gözlerime bakarken görmüştüm. Üstünden yıllar geçmişti. Gölge hafifçe öksürdü ve olabildiğince bana doğru döndü. “Biliyorum çok bencilim ve hak etmiyorum ama sormak zorundayım Nil. Bana yardım edecek misin? Bundan sonraki süreçte ne yaşayacağım neler hatırlayacağım bilmiyorum ama ben zihnimi ararken yanımda kalabilecek misin?” gözlerindeki ısrarın aksine ses tonu umursamazdı. İkimizin de yüzünde maske olmadığı nadir anlardan birindeydik. Derin bir soluk aldığımda buradaki hava, artık ciğerlerime yetmiyordu. “Yardım ederim, sen bana etmiştin.” Dedim net bir ses tonuyla. Gözlerindeki hareler birden parladığında hızlıca bana sarıldı. Soğuk havalandırmanın aksine sıcak olan vücudu, birden beni sarmaladığında ne yapacağımı bilemedim. Bu beklemediğim hareket vücudumun donmasına neden oldu. Kulağıma söylediği sözlerse uzun bir süre aklımda dönüp duracaktı. “ Anıları unuttuğumu söyledim Nil. Hisler...” daha sıkı sarıldı. “Hisler her zaman benimle. Teşekkür ederim.”

ZAİRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin