XXIX-Vaha

16 0 0
                                    

XXIX-

Hissediyordum hikaye asıl şimdi başlıyordu.

“Ona ne olduğunu öğreneceğim. Kimliksiz birini yok edemezsiniz ama kimliğini öğrenirsen diğerleri için neden bu kadar önemli olduğunu da öğrenirsin” sözlerim büyük bir yıkımı beraberinde getirecekti buna emindim. Sadece bu yıkım yavaş ve sarsıcı olacaktı. Haylaz keyifle beni izliyor ve aklımdan geçenlerle sırıtması genişliyordu. Ellerine teslim olur gibi kaldırdı. “Patron sensin. Bana ihanet edecek kadar aptal değilsin biliyorum ve eğer aklından geçiyorsa, bir piyon olduğunu düşünmeni istemem. Evet belki şah olamayacaksın ama vezir olman için elimden geleni yapacağım.” Bana güven vermek istiyordu. Bu hayatta ailesine bile tam anlamıyla güvenemeyen bu kıza kim, ne hadle güven vâd ediyordu?

Yüzümdeki samimiyetten yoksun gülümsemeyle haylaza bakmaya devam ettim. Gölgenin ayaklanmasıyla bakışlarım oraya döndü. Haylaz ne olduğunu anlamış gibi masa üzerindeki broşürü hızla aldı ve cebine sıkıştırdı. Bir kaç saniye sonra gölge masanın yanına gelmişti. Bakışlarımı haylazdan biran olsun çekmiyordum. Herhangi bir açıklama yapacak mıydım? Sanmıyordum. “Ne arıyorsun burada? Defol yoksa gözünün yaşına bakmam!” Gölgenin sert sesiyle haylaz bakışlarını benden kopardı ve gölgeye sırıtmaya başladı. “Polis abiciklerin seni koruyamaz biliyorsun değil mi?” neşesi yerinde bir şekilde ayağa kalktı ve gölgenin tam karşısına dikildi.

Miray’a doğru baktığımda yanına Ege oturmuştu, sakince soluğumu verdim. En azından o güvendeydi. Gölge bir adım attı ve haylazı ceketinden sertçe tuttu. “Polisleri ben çağırmış olsaydım şuan polis arabasına biniyor olurdun ama yalnızca sen değil, sen ve it sürün tıpış tıpış karakola giderdiniz” haylaz gölgenin ceketindeki elini sertçe itti. İkiside birbirine saldırmamak için zor duruyordu. Peki bu benim ne kadar umurumdaydı? cevap vereyim, hiç. “Yeter!” dedim hafif yüksek bir tonda. Kafedeki gözler yavaş yavaş buraya dönüyordu. Dikkat çekiyorlardı. Ayağa kalktım ve elimdeki kana gözüm iliştiğinde çakıyı hızlıca cebime attım. Gölge bir an elime baktı ve yüzümden ne olup bittiğini anlamaya çalıştı. İkisinin arasından hem onları ayırmak için hem de gerçekten de onlardan kurtulmak için omuz atarak geçtim ve lavabonun olduğu kısma ilerledim. Arkamdaki adım sesleri gölgenin peşimden geldiğinin habercisiydi.

Kızlar tuvaletine girdiğimde, tereddüt etmeden içeri girdi. Bir kaç kızın bakışları bize dönsede, elimi gördüklerinde aceleyle lavabodan çıktılar. “Ne oldu eline?” Elimi suyun altına tuttum ve bir kaç saniye kanın akıp gitmesini izledim. Sinirlerimi kontrol etmem gerekiyordu. Elimdeki taze ama yer yer kurumuş kan izleri yok olduğunda hafifçe elimi kaldırdım ve arkamı dönüp gölgeyi kazağının yakalarından tutup duvara ittim. Beklemediği için şaşkınlıkla geriye tökezledi ve sırtı sertçe duvara vurdu. “Sana Miray’dan uzak dur dedim!” sesim içerideki müziği bastıracak güçteydi. Gölge sinirle gözlerini kapadığında, bu siniri bana mıydı yoksa kendine miydi kestiremiyordum. “Bu belayı Miray’dan uzak tutacaktın, tek yapman gereken buydu! Ama ne yaptın gölge söyleyeyim mi?” kazağını tuttuğum avucumu çektim ve elimdeki kesiği yok sayarak omuzundan ittim ve bir kez daha duvara çarptı. “Sen aptal bir aşık gibi davrandın!” Sesimi kontrol edemiyordum, elimi bu kez saçlarıma daldırdım. “O, hiçbir kötülüğü hak etmiyor görmüyor musun? O ya beyaz ya da pembe” kafamı hayır dermiş gibi iki yana salladım.

Gözlerim hafif dolduğunda kendim için bile hiç bu kadar endişelenmediği fark ettim. “Onun hayatında siyaha yer yok gölge. Ne yapmaya çalışıyorsan kes artık! Ben...” Aklımdaki kelimeler anlamlı bir cümleye dönüşemediğinde, aramızdaki sessizlik derin bir uçurum gibi varlığını hissettirdi. Sessizliği bozmaya, bu sefer gölge karar verdi. “Ben... özür dilerim. Düşünemedim. Hayatımda ilk defa plansız hareket ettim” bakışları fayans zeminden ayrılmıyordu. Sanki ikimizde kirli geçmişimizle temiz bir gelecek için çırpınıyorduk. Gözlerini zeminden ayırdı. “Biliyorum belki kıyaslanamaz ama Alp’i kaybettiğinde bununla nasıl başa çıktın?” sorusu bir kaç adım gerilememe sebep oldu. Bunu yapamazdı. Her şeyin başladığı noktaya beni tekrar sürükleyemezdi.

Elimi tekrar lavaboya uzattım ve kanların çıkması için ovalamaya başladım. Kan her yerdeydi. Kan kokusu bedenimi kaplamıştı. Alp ve kan.. bu iki kelime hayatımdaki yeri ve önemiyle neredeyse aynıydı. “Ben..” dedim pürüzlü sesimi düzeltmek için öksürmem gerekti. “Ben başa çıkamadım” hâlâ ellerimdeki kanı akan suyla durulamaya çalışıyordum ama geçmiyordu. Geçmeyecekti. Gölge yanıma geldi ve suyu kapattı. “Yeter bu kadar yıkadığın. Hatırlatmak istemezdim, üzgünüm.” Ellerime baktım uzun uzun, parmağımdaki Alp dövmesine baktım. Gölgenin derin soluklar alan nefesi hâlâ yanımdaydı. Yanımda durmamalıydı. Kendimi minik Nil olarak hissettiğim hiçbir anda olmamalıydı.

Konuşmaya başladığında başımı hafifçe yukarı kaldırdım. “Miraya aşık olduğumu düşünmüyorum” dedi bir çırpıda. Tepkisiz olmaya alışmış vücudum büyük bir şaşkınlıkla dalgalandı. “Bilmiyorum. Aşık değilim ama birine benziyor, çok sevdiğim birine. Özellikle saçları” gözlerini arkamdaki beyaz boş duvara çevirdi. Anlıyorum der gibi başımı salladım. Anlamıyordum. “Susuz bir çöldeyim sanki” tam şuan konuşma ihtiyacı hissediyordu, benim ise onu susturacak kelimelerim tükenmişti. “Su gibi hissettiriyor ona bakmak” ve ekledi “Anlıyorsun beni di mi?” Sanki, onu anlamak zorundaydım. Tam, şuan öyle hissettiriyordu. Başımı yine onaylar gibi salladım. “Hatırlamana yardım edeceğim” dedim küçük bir yutkunma eşliğinde. Elim sımsıkı yumruk olmuştu, sanki yumruğumu açsam Alp parmaklarımın arasından kayıp gidecekti. Gölgenin gözü elime kaydı ve hızla bakışlarını kaçırdı. İkimizde buradan çıkmak ister gibi kapıya doğu döndüğümüzde, şaşkın ve odaksız bakışlarıyla bizi izleyen Mirayla karşılaştık.

ZAİRHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin