Keyifli okumalar dileriz.
"Sen nasıl bir belasın?" diye sorduğunda, ellerimle anahtarı çevirip dudaklarımı aşağıya doğru sarkıtırken kaşlarımı da havaya doğru kaldırdım.
"Şeker tadında bir bela." deyip, ağzımı genişçe açarak yüksek sesli bir kahkaha attım. Kapıyı açtıktan sonra içeri girdiğimde, kapının önünden bana dik dik bakmaya başladı.
"İçeri geç." diye içeri buyurdum. Yavaş yavaş sarhoşluk bedenimden eksiliyordu ama yine de sarhoş kavramının beden bulmuş hâliydim.
"Lan... Gerçekten bugün içimde iyilik kırıntılarının olduğu günümdeyim. Duâ et. Yoksa asla böyle bir şey yapmazdım." Gözlerinden sanki tüfeklerle mermiler saçıyordu.
"Cık... Cık sessiz ol. Babaannem seni süpürgeyle döver kepçeyle içer," dediğimde, aklıma yeni gelen şeyler konuşmak için tekrardan ağzımı araladım. "Ama şu an evde değil. Gerçekten de çok şanslısın." Babaannem, köye gitmişti ve beni arayarak haber vermişti. Akrabası rahatsızlanmıştı.
"Boktan bir şansım var. Seninle aynı havaya solumak bile başlı başına bir şanssızlık." diyerek, içeri girdi.
Takmadım. Yalan!
Kırılmadım. Yalan!
Gözlerim dolmadı. Yalan!
"Bu şekilde konuşmasan, olmaz mı? Sarhoş olabilirim ama hâlâ duygularım yerli yerinde."
Diyerek arkamı dönüp odama doğru yürümeye başladım. Kimsenin beni böyle görmemesini bir sene önce öğrenmiştim.
"Ah, siktir..." dediğinde, göz yaşlarım kendiliğinden gitmişti. Kontrol edebiliyordum artık.
"Küfür etme." Sesim kendimden beklemeyeceğim bir şekilde güçlü ve sert çıkmıştı.
"Ne zamandan beri bana karışabilme hakkına sahip oldun?" Omuzlarımı silktim. Yüzüm yıkayıp kendime gelmek istiyordum.
"Sana karışmıyorum." diye karşılık verdim.
"İyi o zaman." Oturma odasına doğru ilerlerken, bir kez daha bu sert hâlini umursamamaya çalıştım.
Ama sonuç; başarısız.
Elimi yüzümü yıkadıktan ve acı bir kahve içtikten sonra kendime gelmiş ve sarhoşluğun ilk dakikalarında yapmış olduğum hareketler tabiî ki de utanmamı sağlamıştı.
İçeriye girdiğim de, üçlü koltukta boylu boyunca uzanan bir Buğra ile karşılaştım.
Bir şey demedim.
"Kendi evindeymiş gibi rahat edebilirsin." diye konuştum, alay içeren sesimle. Buğra, suratıma sadece baktı. Tek kelime etmedi. Zaten bir şey demesini de beklemiyordum.
"Bir şey içmek ister misin?" diye sordum, kibar bir davranış göstermek istercesine. Bir mafyayı evine almak ne kadar doğruydu bilmiyordum. Ama benim yalnız kalmak konusunda bir fobim vardı. Babaannem de evde olmadığı için el mahkum ondan rica da bulunmuştum. Tabii rica değil de... Buğra'nın kabul edişi de beni şaşırtmıştı. Bir mafyadan beklenilmeyecek bir hareket!
"Yok." Gözlerimi abartılı bir şekilde devirdim. İnsan birazcık nezaket gösterirdi. Ama yok!
"Önemli değil."
"Neden evde yalnız kalamıyorsun?" diye sorduğunda şaşırdım. Bunu beklemediğim söylenemezdi.
"Yaşadığım bir kötü anının etkileri." diye kısa bir cevap vermeye özen gösterdim.
"Fazla cesaretlisin." Suratına bön bön baktım.
"Ne?" diye sordum, dediğinden bir şey anlamayarak.
"Bir mafyayı kendi ellerinle evine aldın. Belki seni öldüreceğim," dediğinde, öldürmeden bahsederken ufak bir ürperme geçirmiştim. "Evet, cesaretli bir kızsın."
"Beni neden öldürmek isteyesin ki?" diye sordum, dudaklarımı dişlerimin arasına alıp, gergince nefes almaya başlarken.
"Birçok sebep var." diye yanıtladığında, kesinlikle onu eve aldığıma pişman olduğumu anladım. Ah, akılsız kafam!
Bu mafya bozuntusu seni on sekiz parçaya ayırıp, denize atarsa ne olacak?
"Niye ki? Ben sana hiçbir şey yapmadım ki..." Yüzüme garip bir bakış attı.
"Emin misin?" diye sordu. Emindim. Yani. Ona karşı bir şey yapmamıştım, değil mi? Yok, yok.
"Yani... Emin gibiyim." Ya da değildim.
"Üzerime çöp poşeti atman bile tırnaklarını kerpetenle sökmem için iyi bir neden." İçimden üç ihlas bir fatiha okumaya başladım.
"Ama... Yanlışlıkla oldu." dedim, masumca.
"Mafyalar, yanlış kelimesinden asla anlamaz." Dudağının kenarı çokbilmişlikle kıvrılırken, dudağının kıvrılmasını büyük bir ahenkle izledim.
"Ama her insan yanlış yapar," dedim. "Mafyalar bile."
"Hiçbir şey bilmiyorsun ve bu konu hakkında konuşuyorsun. Hayatı hep toz pembe olan insanlardan birisindir." dediğinde, öfke tüm bedenimde bir zelzele etkisi yarattı.
"Sen ne biliyorsun ki?" diye konuştum, soğuklukla. Benim hakkımda hiçbir şey bilmeden böyle konuşması sinir bozucuydu.
Suratımı dikkatle inceledi.
"Benim yaşadıklarımı sen nereden bilebilirsin?" diye hızlıca konuştum. Sesim yüksek ve tahmin ettiğimden daha katı çıkmıştı.
Buğra, kaşlarına kaldırarak, "Öğrenmek istediğim bir konu değil." dedi.
"O zaman konuşmayacaksın!" Buğra ani bir şekilde yerinden kalktı.
"Benimle doğru düzgün konuşman gerektiğini ne zaman anlayacaksın?" dediğinde tehditkar bir şekilde üzerime doğru yürümeye başladı. Bilinçsiz bir şekilde geri geri gitmeye başladım. Ben yapmıyordum, ayaklarım yapıyordu!
"Ne yapıyorsun?" dediğimde, sırtım soğuk duvarla buluşmuştu. O da bunu fırsat bilerek, hiç mesafe yok denilecek kadar az bir yerde durmuş ve bedenini bedenime yapıştırmıştı.
Allahım... Ne yapıyordu bu adam?
"Seni biraz korkutursam aklın başına gelir sanırım."
BÖLÜM SONU
10.Bölümün devamıdır arkadaşlar. İki bölüm yayınladık bugün. Sınır yok. Sınır saçma gelmeye başladı artık. Biz eğlenmek için yazıyoruz. Umarım sizde beğenmişssinizdir. Güzel yorumlarınızı okusak hiç fena olmaz aslında! İyi günler dinlerim! :)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Komşum Bir Mafya
AcakGecenin kör karanlığına düşmek üzereyken tanıdım onu. Bir şeylerden kaçmak istermişcesine sığınarak bir çift el ve bir de güvenebilecek bir yürek arıyor gibiydi. Issız bir koridorda kollarımın arasında ağlarken buldum onu. Gözyaşları isyan ediyordu...