Camdan bakıyorum. 1+1 öğrenci apartmanının önü hiç bu kadar lüks olmamıştı. Bu görüntü nasıl oluştu ve hep beraber gelmeyi akıl edemediler mi bilmiyorum ama apartmanın önündeki daracık yolda benim Auris, Yongbok'un Cooper, Minho'nun R8, Chan'ın BMW ve Changbin'in G63'ü park edili.
İşe bak. Gerçekten işe bak.
Koltuklara yerleşip pizza ve içecekleri ayarlıyorlar. Minho hiçbir şey yapmıyor, yüzü sirke satıyor. Ben mi gel dedim?
Ona en uzak tekli koltuğuma geçiyorum. Yongbok'la Changbin'in yan yana oturması bile sinirlerimi bozuyor niyeyse. Koltuğuma oturup pizzamı kucağıma alıyorum. Film için hevesim kalmıyor. Şu anki durumumu kabullenmeye çalışıyorum.
Keanu atın üstünde adamları kovalıyor. Chan etkilenmiş görünüyor. "Biz niye sinemasına gitmedik bunun?"
Haklı, çok haklı. Keşke sinemaya gitseydiniz. Changbin sol eliyle pizza yerken tuhaf görünüyor. Cevaplıyor. "Konuşamazdık orda."
Sohbete dahil olmamasını dilediğim bffim atılıyor. "Burda konuşuyo muyuz?" Sana ne Yongbokçum. Ne konuşcaz ya?
Changbin sırıtıyor. O bakışların altında yatanı anlamamak mümkün değil, flört ediyor. "Konuşalım." diyor.
Filmdeki ilk adam öldüğünde sakat olan saçma bir soru soruyor. "Bu adam böyle sürekli dövüşcek mi?" John Wick'in olayı bu Changbincim ya.
Yine Yongbok yanıtlıyor. "Esprisi o."
Minho yarın Hyunjin'le neler yapacağını filan düşünüyor muhtemelen. Gözüm değmesin diye çok uğraşıyorum.
Changbin sohbeti ilerletiyor. "Sen beğeniyo musun bu herifi?"
Yongbok'un bu hâllerini nerde görsem tanırım. İş atıyor zilli ya. "Tabi yani Keanu bu. Var bir karizması."
Filmi boşveriyor G63'lü kıro. "Neyini seviyosun?"
Top sarı kafada. "Çekici geliyo."
Dümdüz onları izliyorum. Utanmam yok. Onların hiç yok zaten. Changbin geri yaslanıyor, bffimi süzerek. "Ben nasılım?"
Yongbokum yapma. Yapıyor ama. "Fena değilsin." diyor, Changbin'e bakarak pizzasını ısırıyor.
Kusacak gibi oluyorum. Ne alaka yani ne alaka? Her gün uyanıp 'bu Changbin de amma kıro' diyen Lee Yongbok'tan bahsediyorum ya.
Dayanamayıp ayaklanıyorum. Filmi sadece Chan ve Minho izliyor. Chan'a bakarak konuşuyorum. "Bi şey isteyen var mı?"
Hiçbirinden ses çıkmıyor. Mutfağa gidiyorum. Aslında hiçbir işim yok. Yalnızca Minho'dan ve yeni çiftimizin vıcık vıcık flörtünden kaçmak için yapıyorum.
Kollarımı tezgaha yaslayıp başımı ellerimin arasına alıyorum. Güzel bi ofluyorum. Yeterince güçlü oflarsam belki evimdeki gereksiz insanlar-Yongbok dahil- gider gibi geliyor. Burda ne kadar saklanabilirim bilmiyorum.
Arkamdan gelen kısık sesle basbaya ödüm kopuyor, yerimde sıçrıyorum. "Korkma, konuşmayacağım seninle."
Bu iki oluyor. Ondan kaçtığım hâlde ve güya benden nefret ettiği hâlde yanıma geliyor. Madem iğreniyosun benden gelmesene kardeşim. Öfkeden cinnet geçirmemek için sakinleşmeye çalışıyorum. İlk sözüne de anlam veremiyorum. "Ne?"
Bana doğru geliyor. Sesi hâlâ kısık. "Sakin ol yani, gerginliğini hissedebiliyorum. Sana bir şey yapacak değilim. Bak, kimseye bir zamanlar jigolon olduğumu söylemedim."
Duyduklarıma inanamıyorum. Hayır gerçekten inanamıyorum. Bana ne yapmak istiyor yani? Beni her gördüğünde laf sokmak için mi döndü? Zar zor nefes alıyorum. Üzüldüğümü ve sıkıldığımı görsün istiyorum. "Minho. Daha ne kadar devam edeceksin?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
terelelli // minsung
Fanfictioniki dirhem bir çekirdek yüzde yüz burslu ama nasıl suratsız kısa serseri lee minho, aşkından ölüp biterken onu terk eden yüzde yetmiş beş burslu gamsız exi han jisung'a üç yıl sonra yatay geçişle dönüyor