Ben de az değilim.
Evime gelmesini atlatamam filan sanıyorum. Gayet atlatıyorum. O gittikten sonra koltukta oturduğu yerden başka bir yere oturamıyorum orası ayrı. Galiba ondan eskiden etkilenmediğim kadar etkileniyorum ve bunu artık inkar etmiyorum. Beni yerle bir ettiğini sandığı replikleri ona ilk seksimizi hatırlattığım anda etkisiz kalıyor. Çünkü benim nasıl ona bakınca aklım gidiyorsa o da benden etkileniyor, yani aşık değilse bile.
Şöyle talihsiz bir durum var ve bence bu beni iğrenç biri yapıyor ama Minho'nun sadece benden etkilenmesi bana yetmiyor. Bunu kendimden başka birine de itiraf edemiyorum tabi. O yüzden gayet masumum.
Bana öyle bakmayacaktı. Bakmayacaktı işte. Baktıysa da öpecekti. Ondan nefret eden benim şimdi hadi bakalım.
Hafta sonumu eski fuckbuddysinin geri dönüşünü aşmış biri olarak kütüphaneye giderek harcıyorum. Şu ana kadar işlenen her şeyi yalayıp yutuyorum. Minho'nun acısını sınıftaki iki rakibimden çıkaracağım maalesef. Yongbok'tan ses yok ve ben onun Seo Changbin'le mangala filan gittiğine eminim. Yazmıyor. Storylerini gizlediğine de eminim. Rezillik.
Ben de beni durduracak kimsem olmadığı için Lee Minho'ya Linkedin'den bağlantı isteği atıyorum. Geri çekiyorum. Bir daha atıyorum. Benden etkileniyorsa bile artık etkilenmiyor. Konu ona gelince çok aptalım. Kaçmadığımı göstermek istiyorum sadece.
Beni Ticari İşletme Hukuku dersimden alıkoyan şeyse Hwang Hyunjin'in storysi oluyor. Çıkacağım bu oğlanı takipten o olacak, gösterişçi göt. Bir kütüphane masası storysi. Karşısında da kitaplar var. Gerizekalı değilim. Minho oturuyor orda. Yazıyor kitaplarda bilgisayar mühendisliği diye bas bas. Nefret ediyorum ondan. Başka ders çalışacak kişi mi yok?
Hiç huyum değildir, kütüphane masasından hangi kütüphanede ve hangi salonda olduklarını buluyorum. Asla gitmem dedikten on saniye sonra eşyalarımı toplayıp kendimi orda buluyorum. Tabi yer yok salonda. Hyunjin'in olduğu yerde boş yer olur mu. Zilli gerçekten. Yongbok bile saf kalıyor yanında. Hayır, gidip yanlarına filan oturmuyorum. İşletme okuyorum, salak değilim. Hyunjin'in üç arka sırasına, Minho'nun kafasını kaldırdığı anda benimle göz göze gelebileceği bir yere geçiyorum. Oraya geçmek için kızın birine ona Chan'ı ayarlayacağıma söz veriyorum. Kaçtığımı düşünüyor, öyle olmadığını görsün istiyorum. Başka bir amacım yok.
Hyunjin'in saçları harika gözüküyor. Eminim güzel de kokuyordur. Dudakları hakkında konuşmak bile istemiyorum. Nasıl tanıştıklarını merak ediyorum. Instagram'dan mı flörtleştiler yani öylece? Hiç Minholuk değil.
İlk yarım saat beni fark etmiyor. Kafasını bir kaldırsa görecek ama kaldırmıyor biliyor gibi. Ben de hapşırıyorum. Cidden yapıyorum bunu. Bilinçaltıma yanlışlıkla sinyal filan vermiş olmalıyım, şak diye hapşırıyorum. İşte o zaman Hyunjin bile arkasını dönüyor. Minho'yla göz gözeyiz. Çok masummuş gibi bakıyorum, o gözlerini kısıyor. Aptal değilim anladım diyor bana bence. Birkaç dakika çekmiyor gözlerini üzerimden, ben de çekmiyorum. İyi ki öncesinde ders çalışmışım çünkü bugünün devamında o ikisini rahatsız etmekten başka hiçbir şey yapmayacağım.
Alt dudağıyla oynuyor ağzının içinde. Bir şey yapacak. Ayağa kalkıyor, masayı dolanıp Hyunjine'e eğiliyor. Gözlerimin içine baka baka kulağına kadar girip bir şeyler söylüyor. Hyunjin kafasını sallıyor. Minho tam gidecekken Hyunjin bileğine yapışıyor. İşte o an bozuluyor göz temasımız. Hyunjin'de ayağa kalkıyor. Sonra birlikte salondan çıkıyorlar. Minho bir daha bakmıyor bana. Ben ise onlar dışında bir yere bakmıyorum.
İstemsiz kaşlarım çatılıyor. Kitaplarını filan bırakıyorlar. Ne yapacaklar ki? Kendimi tutuyorum. Onları takip edecek kadar çıldırmadığımı söylüyorum içimden. Derin bir nefes alıp laptopımdan ders videosu açıyorum. Bu ise bir dakika bile sürmüyor. Çünkü dayanamayıp ayağa kalkıyorum. Gözümün içine baka baka sevgilisiyle kalkıp yiyişecekse görmem lazım. Belki o zaman ona takıntılı gibi davranmayı bırakırım.
Doğruca çıkıyorum, etrafa bakınıyorum. Herkes telefon konuşuyor, bahçe tarafına çıkıyorum. İki üç kişi sigara içiyor. Biraz ilerdeki ağacın altında telefon konuşan eski sevgili dışında her şeyimi görüyorum. O an öyle bir rahatlıyorum ki. Onu Hyunjin'le görmektense okula gelmeyeceğimi fark ediyorum. Aslında ondan değil, onu başka birisiyle görmekten kaçıyorum.
Gri bir sweatshirt giymiş, vansları ve karamel saçlarıyla kusursuz gözüküyor. Hyunjin'in onunla ders çalışabilmesini bile kıskanıyorum.
Geri içeri girecekken göz göze geliyoruz ve ben yerin dibine giriyorum. Telefondayken gülümsüyor. Yakalandığımın farkında. Öyle değilmiş gibi davranıyorum. Birkaç adımda yanına gidiyorum. Telefonu kapatıyor.
Ondan başka her yere bakarak konuşuyorum. "Sana baktığım yok, üstüne alınma."
Ellerini cebine koyuyor. Beni baştan aşağı inceliyor. Ve genelde bunu yaptığında kalbim arabanın benzini olmayınca okula koşarak gittiğim zamanlardaki gibi atıyor. Bir şey söylemesini bekliyorum. Öyle de yapıyor, sesi inanılmaz keyifli. "Ödün koptu değil mi? Hyunjin'le burda bir şeyler yaparım diye."
Keşke bu kadar iyi tanımasa beni. İnkar filan etmiyorum. Sorgulamak daha çok işime geliyor. "Sevgilin değil mi? Neden yapmıyorsun?" diyorum yürek yemiş gibi.
Sakince başını iki yana sallıyor. "Senin kafanda kurduğun gibi bir şey değil bu."
Az önce kimle konuştuğunu ve Hyunjin'in şu an nerde olduğunu sormak istiyorum ama yemiyor tabi. Söylediğini irdeliyorum ben de. "Nasıl bir şeymiş?"
Bir adım atıyor bana doğru. "Özel hayatlarımızı konuşacak kadar yakın mıyız sence?"
Adımı heyecanlandırıyor. Saçları harbiden çok güzel olmuş. Ben de bir adım atıyorum. "Değil miydik?" diyorum çünkü eskileri hatırlatmak dışında bir şey yapamam.
Yüzü değişiyor. Az önceki kadar keyifli değil. Yine de bir adım daha yaklaşıyor. "O zaman da değildik. Şimdi de değiliz. İlerde de olmayacağız. Ve bunun sorumlusu sensin."
Sesi baya sakin olmasına rağmen benden haz etmediğini anlayabiliyorum. Geldiğinden beri sormak istediğim şeyleri söylüyorum, bir adım daha atmayı unutmuyorum. "Neden okuluma geldin söylesene."
Kaç adım dah yaklaşırsak öpüşebiliyoruz onu hesaplamaya çalışıyorum, o sırada yanıtlıyor. "Sen neden buraya geldin?" Yaklaşmayacak diye ödüm koparken ufak bir adım daha geliyor.
Buraya neden geldiğimi çok iyi biliyor. Beni nefret etse yaklaşmazdı, bir iki adım sonra nefesini hissedebileceğimin bilinciyle yaklaşmaya devam ediyorum. Her şeye bir bahanem var, onun aksine. "İşletme sandığından daha zor bir bölüm." Ders çalışmak için gelmediğimi adı gibi biliyor. Tam karşısına geçip tüm gün onu izlemek istediğimin de farkında.
Kafasını sallıyor, sırıtıyor bir de. "Eminim öyle olduğuna." Son kez adım atıyor, vücutlarımızın arası da bir karış filan var ve gerçekten istesem onu yanlışlıkla bile öperim.
Sıra bende. Sıkılıyorum konumuzdan. Kalbi benimki gibi atsın istiyorum. İçimden geleni ve belki de bugün söylediğim tek dürüst lafı ediyorum. "Saçların yakışmış."
Yutkunuyor. Uzun bir nefes alıyor. Veriyor. Gözlerini kısıyor yine. Hamlesini bekliyorum. Yüzüme yaklaşıyor. İnanamayıp gözlerimi kapatıyorum. Kalbim duracak ya da inanılmaz hızlı atıyor, bilmiyorum. Nefesimi tutuyorum. Onun nefesi yüzümde. Kulağıma yöneliyor. Öpmeyeceğini anladığımda gözlerimi aralıyorum.
Fısıldıyor. "Hapşırma bir dahakine."
**
cildiriyorum yazarken var ya of hanji ne malsin amk
bu arada yongbokşa cabo gercekten mangala gitmisler nerden duydugumu sormayin
minhonun siradaki hamlesini bekleyin bayilcamm beklemede kalin
bu siralar moment da gelmiyo acilen yanlislikla filan opusmeleri lazim
fic icin arsiz taleplerde bulunanlar var beni taniyanlar bilir ki ben ayip seyler yazma konusunda shy shy shy
ama talebiniz varsa hayal kurmamiz icin twdan hashtag acabilirsiniz 🙏OPUSUN
ŞİMDİ OKUDUĞUN
terelelli // minsung
Fiksi Penggemariki dirhem bir çekirdek yüzde yüz burslu ama nasıl suratsız kısa serseri lee minho, aşkından ölüp biterken onu terk eden yüzde yetmiş beş burslu gamsız exi han jisung'a üç yıl sonra yatay geçişle dönüyor