GAZAP İÇİMİZDEN BİRİ Mİ?

1 0 0
                                    

Yıldıray, Selim ve Murat'ı oracıkta bırakmış, öfkesini yaşamak için sokağa atmıştı kendisini. Yakup ise Yıldıray'ın yaklaşık on metre arkasında, elleri cebinde, sakin bir şekilde Yıldıray'ı izleyerek takip ediyordu. Yıldıray, Gazap'ın kendisine yazdığı kağıtları avucunun içinde iyice sıkıp homurdanarak yürüyordu. Aslında ofise gidiyordu. Yakup da iyi biliyordu ofise gittiğini. Yıldıray hışımla ofise girdi ve koltuğunu sertçe çekerek oturdu. Yakup ise bir o kadar sakin bir şekilde arkasından girdi. Masanın karşısındaki koltuğa iyice yerleşip yaslandı.
- Yakup bu ne? Bu ne Yakup? Ne oluyor bu mahallede?
- Patron benim de sana söylediğim tam olarak buydu?
- Ne istiyor bu adamlardan bu şerefsiz?
- Patron, hani sen daha iyi bilirsin ama benim anladığım kadarıyla mafyanın işi bu. Onlar musallat etti bence. Dur bakalım neydi isimleri? Hah! Turgut Yaşar, İsmail Köse.
Yıldıray, ellerini başına dayamış düşünüyordu. Sakince başını kaldırdı;
- Turgut Yaşar değil. O yapacağını yaptı zaten.
Yakup önce duraksadı;
- İyi de patron, hızını alamamış olamaz mı? Öfkesi dinmemiş olamaz mı?
Yıldıray, anlamsız bir şekilde kendisinden emindi;
- O değil Yakup. Turgut Yaşar olamaz.
- Patron, senin bildiğin bir şey var. Neden eliyoruz onu araştırma bile yapmadan.
- Yakup, sen benim üç yıl sadece marangozluk yaptığımı mı sanıyorsun? O değil, nedenini sonra anlatırım, uzun mevzu, şimdi yorma beni.
- O zaman İsmail Köse'ye odaklanalım patron.
- Araştıralım bakalım. Zaten eğer Gazap'ı durdurabilirsek ardından İsmail mahalleye zıplayacaktır. Bu da onu açığa çıkarır.
- O zaman Gazap'ı durduracağız.
- Aklımda bir şey var ama olur mu bilmiyorum.
Yakup merakla sordu;
- Nedir patron?
- Kahveci Cengiz abinin oğlu var, adı Tankut.
Yakup, gülümseyerek beklenmedik bir sıçrayış yaptı;
- Hani şu ağır sıklette dünya şampiyonu, dövüşçü olan.
Yıldıray, Yakup'a şaşkın bir şekilde bakakaldı.
- Sen nereden tanıyorsun lan onu?
- Yapma patron, biz de bu mahallenin çocuğuyuz.
- Neyse ney işte. Bizim bu adama ulaşmamız lazım. Bu adam Gazap'ın dikkatini çekecek. Nihayetinde Gazap bu adama musallat olacak. Biz de bu durumdan nemalanıp Gazap'a ulaşacağız. E sonuçta bu adam Gazap'ı baya yorar. Belki bize de gerek kalmaz, kendisi indirir şerefsizi.
- Cengiz abiye söyle o zaman sen, ben de teçhizatı kurayım patron.
Yakup'un teçhizattan kastı, ses ve görüntü cihazıydı. Gazap, Tankut'a musallat olduğunda, takip edebilecek ve olaylar büyümeden müdahale edebileceklerdi. Tabi ki bunun için önce Yıldıray'ın Tankut'u ikna etmesi gerekirdi.
Aradan birkaç gün geçmişti. Gazap'ın katlettiği üç kişinin cenazesi defnedilmişti. Selim, abisini, Murat ise babasını kaybetmenin acısı içindeydi. Deyimi yerindeyse dünyadan bağlantılarını koparmışlardı. Sadece acılarını yaşıyorlardı. Tabi ki intikam duyguları öylesine kabarmıştı ki, hani katil karşılarında olsa iki parmağını boğazına saplayıp kanında boğacaklardı.
Mahalleli böylesine bir katliam beklemiyordu. Kahveci Cengiz de dahil herkesin yüzüne keder hakim olmuştu. Gece vaktiydi. Cengiz kahveyi kapatmak üzereydi. Yıldıray ise o saatte kahvenin tenha olacağını düşünerek görüşmeye gelmişti. Kahvede Cengiz ve Yıldıray'dan başka kimse yoktu.
- Ooo Yıldıray, buyur gel, çay taze değil ama başka bir şey ikram edeyim.
- Abi beni biliyorsun, çay yoksa başka bir şey gerekmez, boş ver gel otur seninle biraz konuşalım.
Cengiz, merakla ve tedirginlikle işini gücünü bırakıp Yıldıray'ın oturduğu masaya oturdu.
- Hayırdır Yıldıray, yoksa yine mahalleden biri mi öldü?
- Ha yok yok abi, çok şükür yok. Ama senin yardımına ihtiyacım var.
- Emrini söyle Yıldıray.
- Estağfurullah abi de... Senin oğlan var ya Tankut, çağırsan gelir mi?
- Başkasının evladı için eti de senin kemiği de senin demiştim. Sıra kendi evladıma gelince yok çekecek halim yok tabi ki. Yeter ki mahallemiz kurtulsun. Çağırırım, gelir tabi sen meraklanma.
Yıldıray, elini Cengiz'in omzuna koydu;
- Sağ ol abi. Oğlunla el ele verip kurtaracağız mahalleyi. Sen de bunun için meraklanma olur mu? Sen Tankut'u çağır. Geldiğinde kendisiyle etraflıca konuşuruz.
Yıldıray ve Yakup ofiste nasıl plan kuracaklarını tartışıyorlardı. Yıldıray, masanın önüne yatırdığı uzun bir kağıt üzerine elindeki kalemle planlarını yazıyordu. Bu esnada Yakup ise ofisin içinde gezinerek düşünüyordu. Şifreyle kilit vurulmuş çelik bir kasa ilişti gözüne. Kasayı göstererek "Patron bunun içinde ne var, ne zamandır soracağım, denk gelmiyor" dedi. Yıldıray kasaya bakarak önce bir gülümsedi.
- Onun içinde sadece tek bir şey var. O da benim pişmanlığım. Her baktığımda aklıma gelen pişmanlığım.
- Özel değilse ne olduğunu sorabilir miyim?
Yıldıray kasaya yanaştı. Kızı Buket'in doğum yılını temsil eden "iki - sıfır - bir - sıfır" şifrelerini tuşladı. Kasanın kapağı kendiliğinden açılıverdi. Kasanın içindeki şey kızı Buket için hazırladığı oyuncak attı.
- Bu at, kızım Buket'e yaptığım at. Kızıma hediye edeceğim gün kendilerini saldırıya uğramış bir şekilde buldum.
Bu aslında benim pişmanlığım. Eğer ben bunu bitirmek için şehre zımparalamaya gitmeseydim şimdi belki de daha güzel bir hayatımız olacaktı. Ama ne var ki o gün elimde zımpara yoktu ve almaya gitmiştim. Gitmişken de orada zımparalayıp son halini verdim. Nitekim kaybettiğim zaman yüzünden ne bu hediyeyi verebildim ne de saldırıya uğramalarına engel olabildim.
Derin bir nefes aldı.
- Neyse, kapatalım bu konuyu. Bak şifresi kızımın doğum yılı, "iki bin on" Eğer ki lazım olursa aklında tut.
- Tamam, patron, üzdüğüm için kusura bakma. bilmiyordum kasayı bunun için kullandığını. Ben özel dosyaların vardır sanıyordum.
- Özel dosyalar burada değil.
İşaret parmağını şakağına vurarak, başını gösterdi. "Burada" dedi.
Yakup, önce şaşkın bir tavırla Yıldıray'a öylece bakakaldı sonra başını yere eğerek gülümsedi. Konuyu dağıtmak için olsa gerek elindeki oyuncak atı gösterdi ve "Kişniyor mu bu?" Diye sordu. Yıldıray, bu soruyla önceden de karşılaşmıştı.
- Oğlum bir durun lan, zorla kişneteceksiniz hayvanı.
Yakup gülümseyerek; "Tamam tamam, diyen gitti," dedi ve ayaklandı. "Ben kaçar patron, yarın görüşürüz" diyerek apar topar çıktı ofisten.
Aradan birkaç gün geçmişti. Tankut mahalleye gelmiş, ofiste Yıldıray ile beraber çayını yudumluyordu. Dövüş sporlarıyla uğraştığı, dev gibi vücudundan belliydi. Dövüş sporlarıyla değil, vücut geliştirme yarışmaları için hazırlanmış gibiydi. Hani "Düşmana göster, geri çek" diye bir tabir vardır. Tankut, tam da bu yüzden mahalledeydi. Yıldıray'ın planı, Tankut'u Gazap'a gösterip, geri çekecek ve tuzağa düşürecekti.
- Tankut kardeş, öncelikle geldiğin için sağ ol. Şimdi bizim bir sorunumuz var. Sen de biliyorsun, Cengiz abi söylemiştir sana, bulup başını ezmeye çalıştığımız bir seri katilimiz var. Eğer planım tutarsa sen bu adamı kucağımıza çekebilirsin. Mahallede kimse cesaret edemediği için sana ihtiyaç duyduk. Sen de kırmadın bizi eyvallah.
Tankut'un özgüveni oldukça fazlaydı. Rahat ve kendinden emin bir kişiliği vardı. Tabi ki Karakteristik özelliğini fazlaca yansıtan bir tavrı da vardı.
- Abi ben bu mahallenin çocuğuyum. Elimizden ne gelirse yapmak boynumuzun borcudur.
- Eyvallah kardeşim eyvallah. Şimdi gelelim konuya. Sen şimdi birkaç gün sağda solda Gazap'a meydan okuyan sözler sarf edeceksin. İllaki bu Gazap'ın dikkatini çekecektir. Eninde sonunda sana saracak. Sana sardığını hissettiğimiz an seni takibe başlayacağız. Kamera yerleştireceğiz üzerine. Gazap karşına çaktığı an tepesine çökeceğiz. Aslında bu kadar basit.
- Abi tamam ben mahallede konuşur dururum da anlamadığım bir şey var. Gazap'ın bundan haberi olacağından emin misin?
- Gazap denilen herifi dışarıdan aramıza sızdırmış olsalar bile şu an aramızda, bizimle birlikte yaşadığından eminim. Kim ne yapar, nerelerde ne zaman gezer, ne yer, ne içer gibi soruların cevabını bilmeden bu cinayetleri bu kadar rahatlıkla işleyemezdi.
- Neyse abi, orasını bilmem. Sen ne diyorsan onu yaparım ben, gerisine de karışmam.
Tankut, ofisten çıkar çıkmaz babası Cengiz'in kıraathanesine geldi. Baba oğul hasret giderdikten sonra Tankut görevine derhal başladı. Kahvehanede kim var kim yoksa herkesin ortasında Gazap'a ağzına geleni söyleyip durdu. Karşısında kimsenin duramayacağını, Gazap denilen adamın kendisiyle asla baş edemeyeceğini ve daha nice sözler saf edip durdu. Mahallede neredeyse tüm esnaf dükkanlarında, dolmuşlarda, taksilerde, alışveriş merkezlerinde kiminle sohbet ederse etsin, lafı mutlaka Gazap'a getirip ağzına geleni sayıyordu.
Yıldıray, ofisteydi. Yakup'la planını uzun uzun konuştuktan sonra evine yollamış, ofiste elindeki oyuncak atını izleyerek derin düşüncelere dalmıştı. Oyuncak atın üzerindeki "Buket" yazısını koklayarak içine çekiyor ve bu şekilde kızına olan özlemini içine bastırıyordu. Tam o sırada telefon çaldı. Arayan yine Gazap'tı.
- Görüşmeyeli nasılsın Yıldıray?
Yıldıray olanca gücüyle haykırdı; "Senin derdin ne lan? Mahalleyle derdin ne, ruh hastası mısın oğlum sen?"
- Sakin ol şampiyon. Şiddet sevmiyorum ben, konuşarak da anlaşabiliriz. Ha, bak ne diyeceğim. Yanına yardımcı almışsın. Benimle tek başına mücadele edemeyeceğine mi kanaat getirdin yoksa?
- Sen kimsin ki seninle mücadele edeyim? Görünüşe bakılırsa sen benimle mücadele etmek için kendini paralıyorsun.
Gazap'ın o gıcık gülümseme sesi geldi.
- Bunu Yakup'a da sor istersen. O mu daha iyi yoksa ben mi o karar versin ha.
- Bir dakika bir dakika. Sen Yakup'u bayağı iyi tanıyor gibi konuşuyorsun.
Gazap kendisinden gayet emindi;
- Ben herkesi iyi tanıyorum. Özellikle senin hayatındaki herkesi. Önüme attığın Tankut'u da hakkımda ileri geri konuştuğu için değil, sana kendimi daha iyi tanıtabilmek için, yani sadece senin için öldüreceğim. Sağda solda hakkımda konuşarak boşa yoruyor kendini. Benim öyle takıntılarım yok. Benim tek takıntım sensin Yıldıray. Benim tek derdim, Çolakoğlu mahallesi. Bu gece sana bunu ispatlayacağım.
Gazap, telefonu yine kapatmıştı. Yıldıray, birden ayaklandı. Gazap'ın bu sözleri kendisini telaşlandırsa da, bir bakıma istediği de olmuştu. Belki de ağına takılacaktı. Telefona sarıldı ve Tankut'a telefon ederek ofise gelmesini söyledi. Tankut, süratle ofise geldi. Yıldıray, Tankut'a gece yarısı, mahallenin tek çıkmaz sokağı olan Tuna sokağında tek başına dolaşmasını söyledi. Sokak her ne kadar çıkmaz olsa da epey genişti ve tek çıkış yolu sokakta bulunan apartmanlardan birine girip, arka taraftaki yangın merdivenlerinden diğer sokağa çıkabilmekti. Ancak buna gerek bile kalmayacaktı. Nitekim Tankut, gücüyle ve dövüş kabiliyetiyle zaten Gazap'ı yeterince oyalayacak ve Yıldıray ile Yakup'un sokağa gelip Gazap'ı alması için yeterince zaman kazandıracaktı. Yıldıray, önceden hazır hale getirdiği kamerayı Tankut'a vermişti. Tankut bu kamerayı gizlice üzerine yerleştirecek, bu şekilde Yıldıray ve Yakup kendi telefonundan hem görüntü hem de lokasyonu alabilecekti. Ters giden bir durum olursa bu kamera sayesinde iz süreceklerdi.
Tankut, gece yarısı mahallede hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi dolaşmaya çıkmıştı. Yıldıray, her ihtimale karşı Selim ve Murat'ı da yanına alarak çıkmaz sokağın yakın bir sokağına yerleştirmişti. Selim ve Murat, Yıldıray'ın kendilerine verdiği telefondan Tankut'un kamerasındaki görüntüleri merakla izliyorlardı. Eğer Gazap, Tankut'un karşısına çıkarsa Gazap'ın en azından neye benzediğini görebileceklerdi. Yıldıray, başka bir sokakta elindeki telefondan takip ediyordu. Yakup ise aynı sokağa yakın başka bir sokakta o da telefonundan takip ediyordu. Yıldıray'ın ekibi Tuna sokağının dört bir yanına dağılmış pusuya yatmışlardı.
Tankut, uzun bir yürüyüşün ardından nihayet Tuna sokağına gelmişti. Bir süre orada beklemeye başladı. Ancak gelen hiç kimse yoktu. Gazap ya gelmeyecekti ya da eğer ki bir tuzak varsa; herkesin sıkılıp rehavete kapılmasını bekliyordu. Yıldıray'ın ekibi ve Tankut uzun bir süre beklemeye devam etti. gerçekten de sıkılmışlardı artık. Tankut Yıldıray'a telefon etti.
- Abi, yemedi benimle kapışmak, gelmeyecek bu şerefsiz.
Yıldıray kendinden emindi.
- Beklemeye devam et. Tahminimce birazdan orada olacak.
Bir anda sokağın ucundan sesler gelmeye başladı. Havanın yağmurlu olmasından dolayı yerdeki su birikintisinin, atılan her adımdaki şıpırtısı ağır ağır yaklaşıyordu Tankut'a doğru. Tankut, her ihtimale karşı belinden silahını çıkardı. Eğer Gazap, silahla gelirse, ondan önce davranıp böylelikle Gazap'ı vurabilecekti. Adım seslerinin yükselmesi Gazap'ın sokağa girmek üzere olduğunun habercisiydi. Önce gölgesi vurdu sokağa. Selim ve Murat iyice sabırsızlanmaya başlamıştı. Gazap'ın gölgesini onlarda fark etmişti. Tankut, silahının kapak takımını çekip bıraktı. Aslında tek isteği onunla dövüşmekti. Silahla vurarak kolaylıkla etkisiz hale getirme niyetinde değildi. Sokak lambasının da etkisiyle gölge giderek büyüyordu. Neredeyse tüm sokağı kaplamıştı. Nihayet Gazap, Tankut'a ve üzerindeki kameraya görünüverdi. Selim ve Murat tüm dikkatiyle Gazap'ı inceledi. Oradaki herkes Gazap'ı ilk kez görüyordu. Onlar için gerçekten de heyecan vericiydi.
Tankut, uzun uzun süzdü Gazap'ı. Simsiyah giyinmiş maskeli bir adam vardı karşısında. Dizine kadar uzun paltosu, üzerindeki dar paça keten pantolonunu örtercesine göstermiyor, adeta bir pelerini andırıyordu. Neredeyse bağcıkları salaş bir şekilde bağlanmış botuna kadar uzanıyordu. Paltosunun altında ise boğazına kadar iliklenmiş hakim yakalı bir gömlek vardı. Paltosunun kapüşonunu başına geçirmişti. Maskesi ise ahşap kaplamaydı. Gözlerinin olduğu yerde sadece bir film çekilmişti. Bu şekilde kimse gözlerini göremez ancak o her şeyi görebilirdi. Muhtemelen gözlerindeki filmi karanlıkta dahi görebilmesi için özel bir malzemeden tasarlamıştı. Ağız kısmında ise nefes alabilmesi için ızgara şeklinde boşlukları vardı. Gömleğinin üzerine manevra kemeri diye tabir edilen omzundan beline çaprazlamasına bağlanmış bir kemer vardı ve bu kemerin bel kısmına geçirilmiş bir bıçak kılıfı vardı. Kılıfın içinde ise tabi ki de bir komando bıçağı mevcuttu. Tankut'u bir süre izledikten sonra parmak kısımları yırtık, deri eldivenli elleriyle yavaşça bıçağını çıkararak ağır ağır Tankut'un üzerine doğru yürümeye başladı. Tankut ise dövüşerek kapışacağını anlamıştı. Silahını beline koydu, boynunu ve parmaklarını kütleterek kendisini hazırlamaya başladı. Selim ve Murat harekete geçmenin zamanının geldiğini düşünerek Yıldıray'ı arayacaklardı. Ancak bir sürpriz olmuştu. Tankut'un üzerindeki kamera bir anda devre dışı oldu. Bu imkansızdı. Tam da olmaması gerektiği yerde kameranın devre dışı kalması yalnızca Gazap'ın planları arasında olabilecek bir şeydi. Ancak Gazap'ın bunu planlaması için o kameradan haberdar olması gerekirdi. Etkisiz hale getirmesi için ise üç ihtimal vardı. Birinci ihtimal; bilgisayar üzerine gerekli bilgi ve donanıma sahip olup, sinyal kesici geliştirmişti. İkinci ihtimal; programı durdurabilecek kumandayı ele geçirmiş olması gerekirdi. Üçüncü ihtimal ise Gazap'ın insanüstü özel güçleri vardı. Kameranın esrarengiz bir şekilde devre dışı kalması Selim ve Murat'ı çılgına çevirmişti. Koşarak Tuna sokağına geldiler. Gördükleri manzara ise daha esrarengizdi. Sokakta hiç kimse yoktu. Bir boğuşma izi bile yoktu. Bu kadar kısa bir sürede Tankut gibi bir sporcunun etkisiz hale gelmesi ve taşınarak götürülmesi imkansızdı. Bir süre sokakta şaşkın bir şekilde sağa sola bakınıp durdular. Yıldıray, olanlardan haberdardı ve öfkeli bir şekilde sokağa geldi. Selim ve Murat ile bir süre bakıştıktan sonra ellerini havaya kaldırarak olanca kuvvetiyle "Gazap!" diye çığlık attı. Karşılarındaki düşmanın sıradan biri olmadığının farkına varmışlardı artık.
Bir süre sonra Yakup' da geldi Tuna sokağına. Yıldıray, Selim ve Murat şaşkın ve çıldırmış vaziyetteydi. Ama Yakup yine her zaman ki gibi soğukkanlılığını koruyordu. Enteresan bir şekilde kimseyle muhatap olmadı. Sakin bir şekilde sokağı incelemeye başladı. Yıldıray bir tarafta, Selim ve Murat diğer tarafta olayın şaşkınlığı içinde derin düşüncelerde iken Yakup ise sakin bir şekilde sokakta araştırma yapmaya koyulmuştu. Tankut'un beklediği yere doğru geldi, buradan bir çıkış yolu olup olmadığına baktı ancak görünürde dikkat çeken bir şey yoktu. bulunduğu asfalta baktığında ise rögar kapağı olduğunu gördü. Gazap, Tankut'u bir şekilde etkisiz hale getirip buradan kaçmış olabilirdi. Ancak bunun içinde tesadüfen buluştuğu nokta olan Tuna sokağını daha önceden keşfetmiş olması gerekirdi. Eğer bu kapaktan süratle kaçılmışsa, o zaman bu plandan da haberdar olması gerekirdi ki; Nitekim rögar kapağından kanalizasyona inerek koca adamı kaçırmak önceden kurulması gereken bir plana muhtaçtı. Tabi bu fikir tamamen Yakup'un fikriydi. Belki de Gazap başka bir yoldan kaçmıştı. Ama sokaktan çıkarak caddeye girmiş olması pusuda bekleyen ekip tarafından yakalanma riskini doğururdu. Hele ki Tankut gibi koca bir adamı sürüklemesi gerekirdi. Yakup bunları düşünüyordu ama asıl dikkatini çeken bir husus vardı. Tankut 'u bu kadar kısa bir süre içinde nasıl etkisiz hale getirebilmişti? Yakup, en azından Gazap'ın nasıl ve nereden kaçmış olabileceği hakkında bir miktar fikir sahibi olduktan sonra yine aynı sakinlikle Yıldıray'ın yanına yanaştı. Elini omzuna koydu ve kulağına "Rögar kapağı patron" diye alaycı ve rahat bir şekilde fısıldadı ve sakin tavırlarla sokağı terketti. Evet, söyleyeceğini söyleyip, ardından Yıldıray ve ekibini oracıkta bırakarak gitmişti.

GAZAP "Sol Omzumdaki Şeytan"Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin