Yıldıray, rögar kapağını uzun uzun seyrettikten sonra Selim ve Murat'a döndü;
- Siz şu rögar kapağına bakın ama dikkatli olun. Girebiliyorsanız içine girin, çıkışı var mı yok mu kontrol edin.
Yıldıray, Selim ve Murat'a direktiflerini verir vermez Yakup'un gittiği yöne doğru baktı ama kimseyi göremedi. Yakup çoktan gözden kaybolmuştu. Kendi kendine; "Sende de bir iş var ama dur bakalım Yakup efendi" diye homurdandı. Gazap'ın kim olduğu hususunda birinden veya birilerinden şüphelenmek için henüz çok erken olduğunun da farkındaydı.
Yıldıray, ofisine geçmiş burada sabahlamayı planlıyordu. Gözlerine uyku girmesi imkansızdı çünkü. Avuç içleriyle yüzünü ovalayıp durdu. Öfkesinden ofiste ne kadar eşya varsa dakikalar içinde dağıtabilirdi. Ancak öfkesine hakim olmalıydı. Gazap'ın her istediğinde kendisine ulaşıp kendisinin onu arayamaması da öfkesinin üstüne tuz biber olmuştu. Cebinden telefonunu çıkardı. Öğrenemeyeceğinin farkında olmasına rağmen çaresizce Gazap'ın aradığı numarayı tespit etmeye çalışıyordu. Aranan numarala inceleyip durdu ancak nafile. Gazap'ın aramasını ilginç bir şekilde bulamıyordu. Sanki hiç aramamıştı Gazap. Gazap'ın bu esrarengiz güçlerini daha önce hiçbir olayda ve şahısta görmemişti. Adeta mesleğine başka bir boyut kazandırmıştı. Bir yandan da Tankut'un babası Cengiz'e durumu nasıl açıklayacağını düşünüyordu. Çaresiz bir şekilde telefonunu masanın üzerine bıraktı. Koltuğuna oturdu. Ellerini birleştirip alnına dayadı ve düşünmeye başladı. Yaklaşık yarım saat neredeyse hiç kımıldamamıştı. Öylece düşünüyordu. Telefonun çalmasıyla aniden irkildi. Yine telefonda sadece "Arama" yazıyordu. Arayan hiç kuşkusuz Gazap'tı.
- Nereye götürdün lan Tankut'u?
- Onu geç. Tankut artık benim. Hem ben onun için aramadım.
- Muhabbet etmek için mi aradın lan şerefsiz!
- Eee... Ne yaparsın? Senden başka arkadaşım yok. Ama fazla zamanını almayacağım korkma. Sanki bana Yakup'tan şüphe duymaya başlamışsın gibi geldi haksız mıyım?
- Emin ol hiç merak etmiyorum. Sen her kimsen veya her kim sana yardım ediyorsa bulup başınızı ezeceğim hiç merak etme!
- Kimsenin bana yardım ettiği yok. Gördüğün gibi yardıma da pek ihtiyacım yok gibi görünüyor doğru değil mi?
- Bizi, mahalleyi, özellikle de Yakup'u iyi tanıdığın aşikar. Kısa keselim. Tankut'u ver, benimle ne hesabın varsa çık karşıma, mahallelinin bir suçu yok.
- Emin misin suçunun olmadığına? Mutlaka seninle kapışacağız Yıldıray, sabret. Son istasyona vardığımızda zaten seninle buluşacağım.
- Ne istasyonu be?
- Madem Yakup'tan şüphe ediyorsun, iyi dinle o zaman. Hepimiz aynı trendeyiz Yıldıray. Yakup en son vagonda, sen ortadaki vagondasın. Ben ise en ön vagondayım. Ama unutma! Sonuçta üçümüzde aynı trendeyiz. Son istasyona vardığımızda ise üçümüzden sadece biri hayatta kalacak. Ama şunu da bil ki, hayatta kalan kişi, aramızdaki en şanssız kişi olacak.
Yıldıray, bu söze hiçbir anlam verememişçesine sordu;
- Nasıl? Neden en şanssız?
- Çok basit. Hayatta kaldığı için...
Bu sözden sonra telefon kapanmıştı. Yıldıray'ın Gazap ile olan savaşı, giderek daha da esrarengiz bir hal almaya başlamıştı.Yıldıray, sabah erkenden uyandı ve ofisin yolunu tuttu. Ne yapıp edip Tankut'u kurtarması gerekiyordu. Nitekim Tankut, tıpkı kendisi gibi mahalle için canını ortaya koymuştu ve hayatı tehlikedeydi. Ofise geldiğinde her zamanki gibi Yakup'u ofiste oturup çayını içerken buldu. Ne kadar erken giderse gitsin Yakup her zaman kendisinden önce geliyordu ofise.
- Dün gece nereye kayboldun sen?
- Düşünmem lazımdı patron. Kendimle baş başa kalmak istedim.
- Hani beraber düşünsek belki daha mantıklı bir fikir buluruz ha, ne dersin?
- Haklısın patron ama bazen insanın içini dinlemesine ihtiyacı oluyor.
Yakup bu sözden sonra süratlice kalkarak, Yıldıray'ı selamlarcasına eğilip, işgal ettiği koltuğuna davet etti. Yıldıray, uzunca Yakup'u süzdükten sonra koltuğuna oturdu. Yakup, tüm bu olanlara karşın gayet sakin ve neşeliydi ki bu tavırları aslında Yıldıray'ı rahatsız ediyordu. Ama anladığı kadarıyla Yakup'un mizacı böyleydi. Bu yüzden fazla tepki göstermemeyi tercih ediyordu. Yakup, masanın karşısındaki koltuğa oturdu, çayından bir yudum daha aldı ve kendi kendine gülümsemeye başladı.
- Hem benim belki bir sevgilim var ve ben onunla buluşmaya gitmişimdir olamaz mı?
- Ne sevgilisi lan, ne zaman sevgili yaptın ki sen?
- Benim uzun zamandır zaten bir sevgilim vardı patron.
- Hadi canım, hiç söz etmedin. Adı ne, kimlerdenmiş, bu mahalleden mi?
- Yok. Bu mahalleden değil. Adı Meryem.
Yıldıray, Meryem adını duyar duymaz eli titredi bir an, elindeki çayı üzerine döktü. Bacağının acısıyla hışımla ayağa kalktı ve eliyle pantolonunu çırpmaya başladı. Yakup meraklı tavırlarla Yıldıray'ı izledikten sonra "Bir şey mi oldu patron?" diye sormaktan kendini alamadı.
- Yok bir şey meraklanma. Birden öyle Meryem deyince...
Yakup, Yıldıray sözünü bitirmeden "Patron kusura bakma ya. Yengemizin adının Meryem olduğunu unuttum bir an, özlediğin hiç aklıma gelmedi. Affet."
- Yok koçum önemli değil. Tesadüf olmuş. Allah sizi birbirinize bağışlasın kardeşim.
Yakup, çayından son yudumunu alıp ayaklandı.
- Patron, müsaaden varsa ben senin şu atölyene gideyim. Merak sardım marangozluk işine. Şu oyuncak at nasıl yapılır biraz kurcalayayım senin işlerini. Belki bir gün bende aynısı yaparım.
Yıldıray gülümseyerek başıyla onayladı Yakup'u. Yakup ofisten ayrılır ayrılmaz ardından Selim ve Murat girdi ofise. Yıldıray'a selam verdikten sonra Murat koltuğa oturdu. Selim ise duvarda asılı olan gazete yapraklarına gözü takıldı. Duvara asılan tüm farklı gazete yapraklarında aynı haber vardı. "ESRARENGİZ KATLİAM", "MASKELİ BALO KATLİAMI", "GİZEMLİ BASKIN" "ARAP GAZİNOSUNDA KATLİAM" gibi manşetleri vardı. Selim uzunca süzdükten sonra Yıldıray'a döndü.
- Abi bulunamadı değil mi katiller?
- Bir haber yok. Bulunsa da bulunmasa da fark etmez. Okuduğum en keyifli haber olduğu için astım duvara zaten.
- Haklısın abi. Tüm mahalle olarak bir katliama bu kadar sevineceğimiz aklımıza gelmezdi. Belalarını buldular.
- Eee... Su testisi su yolunda kırıldı Selim.
Selim duvardaki gazeteye bakar vaziyette Yıldıray'ı başıyla onayladı.
Murat, bir yandan çayları dolduruyordu.
- Neyse Selim, bırakalım da gazete haberlerini, Yıldıray abiye dün gördüklerimizi anlat.
Yıldıray, meraklı bir tavırla başını salladı. Selim Murat'ın yanına oturdu, çayını aldı ve Yıldıray'a dün gördüklerini anlatmaya başladı.
- Abi, sen bize rögara bakın deyince biz Murat'la elimizde fenerle girdik. İçeri tünel gibi. Ama çıkışı bir yere varmıyor. Öyle gezinip duruyorsun içinde. bir şey bulamayacağımızı anlayınca geri döndük. Tam çıkıyorduk ki fenerin ışığı ilk girdiğimiz yerdeki duvara değince ilginç bir şey fark ettik. Kapı şeklinde yarık izleri var. Muhtemelen duvar kapı gibi açılıyor ama nasıl anlamadık. Belki sen çözersin diye sana bıraktık.
- Yani oradan içeri girebilirsek bir şeyler bulabiliriz o zaman.
- Aynen öyle abi.
Yıldıray, Selim ve Murat'ın meraklı bakışları arasında hışımla ofisten ayrılarak Yakup'un yanına marangozhaneye gitti. Yakup içeride, Yıldıray'ın daha önce çalıştığı kalıplara bakarak elindeki tahtaya şekil vermeye çalışıyordu. Yıldıray, Yakup'a meraklı gözlerle bakıyordu.
- Patron gel, bana oyma bıçaklarıyla nasıl şekil verildiğini göster.
- Bırak şimdi oyma bıçağını. Senin işaret ettiğin yerden bir şey çıktı.
- Rögarı mı diyorsun?
- Aynen onu diyorum. İçeri de gizli bir tünel kapısı var.
- Biliyordum patron. Başka bir açıklaması olamazdı ki onun. Koca adamla çıkmaz sokakta kuş oyup uçacak halleri yoktu.
- Seninle gidip oraya bakacağız. Eğer gerçekten gizli bir tünel var ve o tünel bizi Tankut'a götürürse demek oluyor ki; Gazap, ya mahalleyi gereğinden fazla iyi tanıyor ya da bizim bildiğimizden çok daha önce bu cinayetlerin planını yapmış.
Yakup yine kendine emin olmanın verdiği lakayt tavırlarla elindeki oyma bıçaklarını bıraktı ve Yıldıray'ın burnuna kadar sokuldu.
- Patron, senin şimdi bu düşündüğünü ben o rögarın kapağını gördüğümde bir saniyede düşündüm. Çünkü bunun başka bir açıklaması yok. Muhtemelen o tünel zaten vardı. Biliyorsun bu mahalle yüz yıllardır suçların işlendiği bir mahalle. Daha önce birileri başka hesaplar için yapmış olabilir. Mesele şu: Gazap bunları nereden biliyor? İşte ben bunun cevabını bulmak için senin yanındayım.
Yıldıray, şüpheye düşmüşçesine Yakup'a yakınlaştı. Çok kısık bir sesle "Kimsin lan sen?" diye sordu.
Yakup, yüzündeki alaycı tebessümüyle Yıldıray'ın gözlerine bakarak ve aynı kısık ses tonuyla; "Ben senin sağ omzundaki meleğinim, bana şüpheyle değil, sahiplenici merhametinle yaklaş, bay sahip"
Yıldıray ve Yakup çıkmaz sokağa tekrar geldiler ve rögar kapağının başına dikildiler. Yakup, kapağı kaldırarak önden girdi. Elindeki feneri Selim'in gösterdiği duvara tuttu ve dediği gibi kapı şaklında yarıklar vardı duvarda. Yıldıray, meraklı bir tavırla; "Nasıl açılır bu, uzaktan komutası mı var acaba?" diye sordu kendi kendine. Yakup gülümsemeye başladı.
- Yapma be patron. Uzaktan komuta merkezi varsa bu devletin gizli tüneli demektir. Devletin gizli tüneliyse zaten Gazap kullanamaz. Bu gibi gizli geçitlerin tek bir kapı kolu olur o da bu duvarların birinde saklı.
Yıldıray, şaşkın bir tavırla Yakup'u dinliyordu. Ama tahammül de edemiyordu.
- O zaman duvarlara iyi bakalım, duvardan ayrıksı duran bir tuğla görürsen kurcala biraz.
Yıldıray ve Yakup, duvarları incelemeye başladılar. Eğer gizli geçidin kapısını açarlar ve içeri girerlerse Selim ve Murat, Yıldıray'ın telefon etmesiyle çıkışın olduğu yere gelecekler ve buluşacaklardı. Yakup, Yıldıray'ın dediği gibi duvardan ayrıklı bir tuğla parçası buldu. Yıldıray'a seslendi. Beraber tuğlayı duvardan almak üzere çektiklerinde ise kapı şekline bürünmüş yarıktan, küçük bir demir parçası sesi geldi. Ses kapı dilinin açılıp kapanma sesine benziyordu. Derhal koşarak duvarın yanına geldiler. Duvardaki kapının öncekinden daha fazla gevşediği bariz ortadaydı. Yakup, Yıldıray'ın meraklı bakışları arasında kapıyı omzuyla itti ve kapı içeri doğru açıldı. Gördükleri manzara ilginçti. Uzun bir koridora açılmıştı kapı. Koridoru temkinli bir şekilde takip ettiler. Herhangi bir yol ayrımı yoktu. Sağa sola dönemeci olan tek bir yolu vardı. Tünelde neredeyse bir buçuk kilometre mesafe yürüdüler. Nihayet tünel bitmişti. Demirden yapılmış bir merdivene rastladılar. Merdivenin üzerinde mahzen kapısı vardı. Kapıyı yavaşça araladılar. Başlarını uzattıklarında, kapının müstakil bir evin küçük bir bahçesine açıldığını gördüler. Aradıkları şey sadece o evde olmalıydı. Yıldıray, tekrar mahzenden içeri girip Selim ve Murat'a telefon ederek yerini tarif etti ve gelmelerini söyledi. Evin içinde her ne varsa birlikte girip göreceklerdi. Selim ve Murat'ın tarif edilen yere gelmeleri uzun sürmedi. Yıldıray, Selim ve Murat'a dağılarak evi aramalarını söyledi. Bu şekilde evin etrafının sarılarak karşılaşabilecekleri kötü bir sürprizi kendi lehlerine çekeceklerdi. Yıldıray, Yakup ile birlikte eve girmek üzere ön kapıya geldiler. Kapı yarı aralıktı. Kapının üzerindeki dağılmış örümcek ağları ve aşırı tozlar evin terkedilmiş boş bir daire olduğunu belli ediyordu. Kapıyı yavaşça ardına kadar araladılar. Tahmin ettikleri gibi bomboş bir daireydi, rutubetten duvarlar aşınmış, her adımlarında tozların havalanarak boğucu bir dumana dönüştüğü harabe evin koridorlarında usulca gezmeye başladılar. Bu arada Selim ve Murat ise dairenin arka tarafından çoktan girmişlerdi bile. Onlar alt katta gezerken Yıldıray ve Yakup üst kata çıktılar. Tek tek odalara bakıyorlardı. Dairenin o kadar çok odası vardı ki adeta bir labirenti andırıyordu. Müstakil daireden çok eski bir konak gibiydi. Tüm odalar normal bir dairenin salonu genişliğindeydi. Selim ve Murat alt katı bitirmişti ve herhangi bir emare bulamamışlardı. Onlar da Yıldıray'ın yanına üst kata geldiler. Yıldıray, koridordaki odalardan birinden daha eli boş çıkmıştı. Sıradaki odanın kapısını da yavaşça araladı. Kapıyı açar açmaz karşısında gördüğü manzara daireden eli boş dönmeyi istetecek derecedeydi. Ardına kadar açtığı kapının önünde öylece kalakaldı. Selim ve Murat ise Yıldıray'ın kapının birinde öylece durup beklemesinden anlamışlardı kötü bir sürprizle karşılaştıklarını. İstemez bir tavırla Yıldıray'ın yanına geldiler. Yıldıray'ın hemen arkasından dehşet verici manzarayı izleye koyulmuşlardı. Yıldıray, tam karşısındaki duvara ağır ağır yaklaşmaya başladı. Aynı şekilde Selim ve Murat da tam arkasından üzüntü ve korku içinde yaklaştılar. Yıldıray'ın asabiyeti yine bedenini sağ elinden taciz etmeye başlamıştı. Sağ elinin seğirmesine hakim olamıyordu. Ailesinin ölümüyle başlayan bu istemsiz kas hareketleri zaman zaman kendisini gösteriyordu ve yine aynı durumla karşı karşıya kalmıştı. Yakup ise yine her zaman ki gibi en arkalarından, kapıya yaslanmış vaziyette, buz gibi bir tavırla aynı manzaraya bakıyordu. Gördükleri manzara ise Tankut'un duvara asılmış dev gibi cesediydi. Duvarda birbirine paralel çakılmış demir çengellere kollarından iple bağlanarak asılmış vaziyette, vücudu bıçakla defalarca oyulmuş ve boğazı kesilmiş şekilde o devasa beden öylece asılı vaziyette duruyordu. Bütün kanı akmaktan cesedi bembeyaz olmuştu. Ölüm zamanı bir hayli önce olacak ki yere dökülen kan donmuş vaziyetteydi. Üzüntü ve düştükleri dehşetten, ceset kokusuna aldırış dahi etmiyorlardı ancak boğazlarının yanmasına kadar içine çekmişlerdi ceset kokusunu.
Gazap, bir can daha almıştı mahalleden. Kahveci Cengiz'in yıllardır spordaki başarılarıyla gurur duyduğu oğlu Tankut, artık yoktu. Yıldıray, bunu Cengiz'e nasıl söyleyeceğinin hesabını yapamıyordu bile. Gazap'a bir türlü engel olamıyordu. Altın madalyaları olan dövüşçü Tankut'un bu şekilde bozguna uğraması için ya Gazap'ın ondan daha iyi bir dövüşçü olması gerekirdi ya da karşı koyulamaz hile taktikleri olmalıydı.
Kısa zamanda mahalleden bir cenaze daha kaldırılmıştı. Kahveci Cengiz perişan vaziyetteydi. Kahvehaneyi uzun bir süre açmamıştı. Mahalleli, Yıldıray'ın çabalarını görmezden gelmiyordu elbet. Ancak eskisi kadar umutlu da değillerdi. Gazap, şu ana kadar Yıldıray'dan daha profesyoneldi. Mahalle sakinleri Gazap'ın bulunup cezalandırılmasından çok Gazap'ı musallat ettiklerini düşündükleri mafya patronlarının yenilmesini düşünüyorlardı artık. Ancak mafyalardan Turgut Yaşar'ın adamları mahalleye en son girdiğinde kahvehanedeki karşı koyamayışları ve Yıldıray'ın ailesinin bu yüzden saldırıya uğramasını da hafızalarından silemiyorlardı.
Gazap, işlediği son cinayetin ardından kayıplara karışmıştı. Uzun bir süredir mahalleye musallat olmuyordu. Hatta Yıldıray'ı dahi aramıyordu. Muhtemelen yaptığı son operasyonun ardından kendisi de yorgun düşmüş ve dinlenmeye çekilmişti. Ya da kim bilir, Yıldıray bu kadar ensesindeyken, bir süre inine çekilip kendisini unutturmayı ve unutulduğu anda daha büyük bir operasyonla karşılarına çıkmanın planını yapıyordu.
Gazap'ın çekilmesiyle mahalleli bir süre toparlandı. İşleriyle meşgul olmaya başlamışlardı. Mahalle eski sakinliğine kavuşuyordu. Ta ki Gazap'ı musallat ettiklerini düşündükleri mafya tekrar hortlayana kadar!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GAZAP "Sol Omzumdaki Şeytan"
Mystery / ThrillerGazabından Kurtulmak İçin Aradığın Sır, Yaşadığın Azabın Derinliğinde Saklı...