mi casa.

1.4K 125 98
                                    

"gıdıklanıyorum." diyerek, omuzlarını oynatan ve karnındaki kollarımdan kurtulmaya çalışan aşk'ım, kıkır kıkır gülüp tırnaklarını kollarıma geçirdiğinde çenemi sürttüğüm omzunu ısırdım hafifçe. "sakalların batıyor." yüzümü omzundan uzaklaştırmaya çalışırken gülerek ısırdığım yeri öptüm uzunca. "abartma, sevgilim. sakal bile denmez bunlara."

"görünüşte çok belli olmuyor ama çeneni sürttüğün için hissediyorum, aptal." hakaret etmesine rağmen gülerek söylediği cümlenin ardından omzu tahriş olmasın diye çenemi yaslamayı kestim. yanağımı omzuna yatırarak biberleri doğramasını ve mimiklerini izlerken içimdeki sevgi yüzünden dolup taşacakmış gibi hissediyordum.

kalbim sıkışıyordu ona bakarken, patlayacak gibi oluyordum. ne yapsam, ne desem içimdeki sevgiyi ona gösteremiyor ve rahatlayamıyordum. bu yüzden de öpmekten ve minik minik ısırmaktan geri duramıyordum tatlı bedenini.

dudaklarını büzerek biberleri kesişini izlerken de böyle hissediyordum işte. öyle tatlıydı ki, ömürlerce durmadan sevebilirdim onu.

başıma gelmiş en güzel şeydi. benim biriciğim.

"aslında yemek için başka bir planım vardı." diye mırıldandığında odağımı irislerine çıkarttım. "evet, bebeğim. restorana falan gidecektik, dedin ya."

"hayır, ondan da başka." dediğinde kaşlarımı hafifçe çattım. tişörtünün içindeki ellerim karnında aşağı yukarı yavaşça dolaşırken, "nasıl yani?" diye sordum.

yemeği yapmayı bitirerek tencerenin altını kapattığında kollarım arasında döndü ve yüz yüze gelmemizi sağladı. kollarını yavaşça boynuma dolayarak ensemdeki turuncu tutamlarla uğraşırken dudaklarını hızlıca ıslatıp derin bir nefes aldı. "ben... sana sormadan bir şey yaptım. kızacağını düşünmüyorum ama neden benim fikrimi almadın diye belki-"

sözünü keserek, "senin düşüncen, benim düşüncem. bir şeyler için öncesinde bana danışmana gerek yok." diye kurduğum cümleme, gözleri kısılana kadar gülümsediğinde kıvrılan dudaklarının üzerine bir öpücük bırakıp belindeki ellerimi bel boşluğuna sabitledim.

"teşekkür ediyorum ama yine de bazı şeyler için ikimizin de düşüncesi önemli. yani, bu bir sürpriz olacağı için sana danışmadım ama bundan sonraki her şeyde önce sana soracağımı bilmeni isterim."

bu sefer gözleri kısılan taraf ben olduğumda dayanamayarak yanaklarına iki koca öpücük bıraktım. "ne tatlı tatlı konuşuyorsun sen öyle. yemek yerine seni yememi mi istiyorsun?"

"yenilecek yerim kaldığını sanmıyorum..." diye mırıldandığında kıkırdayarak boynundaki izlerimin üzerini öptüm.

işten çıkıp eve geldikten sonra yaklaşık bir buçuk saatim yoongi'yle ilgilenmekle ya da onun deyimiyle "aftercare" yapmakla geçmişti. tüm izlerin üzerine kremler sürmüş ve her bir noktasını öpmüştüm. kas ağrıları için eve gelirken aldığım masaj yağıyla dakikalarca bacaklarına masaj yapmış, belindeki morluk için özürler dileyerek oraya da krem sürmüştüm. en sonunda, her ne kadar iyi bir şekilde hazırlamış da olsam acıyan yuvasına da eczaneden aldığım ilacı -utandığı için yoongi'yi kırk dakikada ikna etmiştim- sürdükten sonra işim tamamen bitmişti.

sıra ona geçtiğinde yüzüstü yatan bedenimin kalçarına oturup çıplak sırtımdaki tırnak izlerine krem sürüp tenimi öpmüştü. özellikle de bel gamzelerimin ortasındaki, aylar önce kendisinin yaptığı "made in hell" dövmesini. göğsüme de sürdükten sonra krem tişörtüme yapışmasın diye çıplak kalmayı tercih etmiştim ve işte şimdi de bu geçen iki saatin ardından yoongi'nin bedenindeki izler sayesinde onu gerçekten de "yediğimi" şu an kabul etmiştim.

born to die ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin