bir çocuk sevdim uzaklarda

406 40 84
                                    

2002'nin temmuz ayı, on dokuz yaşındayız ve busan'ın meşhur sahilinde yüzmekle meşgulüz. daha doğrusu sen bana yüzmeyi öğretmekle meşgulsün. bir yandan da busanlı olmama rağmen nasıl bu yaşıma kadar yüzmeyi öğrenmediğim hakkında bir ton söyleniyorsun, ben ise sana verebilecek tatmin edici cevaplarım olmasına rağmen susuyor ve benimle ilgilenmene izin veriyorum. o zamanlar sadece konuşman bile çok hoşuma gidiyor ve beni heyecanlandırıyor, ben de bunun keyfini çıkarıyorum.

"yüzmeyi öğrendiğine göre şuradaki çocuklarla yarış yap bari."

elinle gösterdiğin yere bakıyorum ve ortalama on yaşlarındaki dört tane oğlanın kendi aralarında oynadıkları oyunu görüyorum. iki kişi diğer ikisini omuzlarına çıkarıp birbirleriyle güreşiyorlar. söylediğin şeyin altında yatan anlamı anlamam biraz geç olsa da sana tekrar baktığımda yüzündeki muzip gülüşe karşı sinirli bakmak benim için zor oluyor ama göz deviriyorum yine de. o zamanlar sana sinirlenmek hem çok kolay hem de çok zor benim için.

"dikkat et de seni yenmeyeyim," diyorum meydan okuyucu bir tavırla. gülüşün büyüyor, dişlerini de gösteren inanılmaz çekici bir sırıtmaya dönüşüyor ve ben gözlerimi kaçırmamak için çabalarken cevap veriyorsun bana.

"beni yenecek kadar öğrenmişsen önemi yok."

çok basit bir cümle kurmuş olmana rağmen kalbim hızlanıyor ve sen bundan bihaber şekilde lafını ettikten sonra omzumu birkaç kere pat patlayıp denize doğru koşmaya başlıyorsun. birkaç saniye sonra da sesin duyuluyor gittikçe uzaklaşmaya başlayan bir şekilde.

"göster o zaman marifetini yang jeongin!"

ismimi her söyleyişinde kalbimin kan pompalama hızında değişikliğe sebebiyet vermen o zamanlar benim için çok yeni bir şey olduğundan birkaç saniyeliğine kendime müsaade vermem gerekiyor. sonrasında da peşinden koşup ayaklarımı ılık suyun içine daldırıyorum ve su dizlerime gelene kadar ilerliyorum. sen ise çoktan yüzmeye başlamışsın bile. benim henüz yüzmediğimi gördüğünde ise bir anlığına duruyorsun ve ardından bana doğru geliyorsun. ıslanmış çıplak vücuduna bakmamak için çabalamam gerekiyor ama neyse ki bana yeterince hızlı yaklaşıyorsun ve yüzüne odaklanabiliyorum.

"korkuyor musun?" diye soruyorsun fakat bu sefer sesinde de yüzünde de az önceki alaydan zerre kırıntı yok. sakinsin ve ciddisin, en çok da ilgilisin ve ben bunu hissedebiliyorum. ilgini hissetmek karnımın içinde bir şeylerin oynaşmasına sebebiyet veriyor.

cevap olarak başımı iki yana sallıyorum. korkmuyorum çünkü. bana suyun benden daha büyük olmadığını öğrettin, artık korkmam gerekmiyor.

"yorulduysan eve dönelim," diyorsun ardından. pozisyonunu bozup benim gibi ayaklarını kuma basarak iyice bana doğru yaklaşıyorsun ve karşıma geçiyorsun.

"yorulmadım, yanına geliyordum zaten."

"bir an geç gelince istemiyorsun sandım."

senin yüzünden sakinleştirmem gereken bir kalbim ve benliğim olduğunu söyleyemiyorum sana, bu yüzden en iyi yaptığım şeyi yaparak seninle uğraşıyor ve kendimden kaçmaya çalışıyorum yeniden. senden kaçamıyorum çünkü, kendimden kaçmak çok daha kolay bu durumda.

"seni yenmek için hazırlanıyordum," diyorum gülerek. sen de gülüyorsun ve "hemen yarış mı istiyorsun?" diye soruyorsun.

"ne oldu, korktun mu?"

başın anında arkaya doğru giderken kahkahan da peşi sıra yükseliyor, tıpkı nabzımın yeniden yükselmesi gibi. elini omzuma koyup kaşlarını kaldırarak "gerçekten de ciddisin galiba," diyorsun.

love untold [hyunin]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin